Fatih İstanbul’dan sonra Osmanlı’yı büyük bir imparatorluk yapmak için gözünü Trabzon’a diker. 8 yıl sonra Zigana dağlarından süzülerek iner Trabzona. Okullardaki tarih kitaplarınız yazmaz bundan sonrasını. Çünkü bizim tarihimiz sadece işgale fetih demekten ve kahramanlık hikayelerinden ibarettir.  Sonra Fatih 1 yıl yaşar Trabzon’da. İstanbul’a dönerken 400 tane yol arkadaşı alır yanına. Sarayın ve İstanbul’un yönetimini o 400 yol arkadaşına teslim ederken SİZ YÖNETİRKEN İNSANLARA ALLAH'IN SORACAĞI SORULARI DEĞİL BİR KULUN KULA SORABİLECEĞİ SORULARI SORACAKSINIZ diye emir verir. Taksim Maçka Bostancı Kadırga gibi isimler de Fatih’in bu yolculuğuyla gelmişlerdir İstanbul’a...
 
Peki Trabzon’da neler olmuştur Fatih'ten sonra. Mediha Kayra şöyle anlatır anılarını yazdığı HOŞÇA KAL TRABZON kitabında :
 
Fetihten sonra Trabzon’a yerleştirilen Türkler yerli halk Rumlar ve Ermeniler ile  4 asırdan uzun bir süre kardeşçe yaşadılar. Öyle ki, ortadan ikiye bölünmüş evlerin bir tarafında müslüman diğer tarafında müslüman olmayan aileler yaşarmış yıllarca. Bu evlerden bir tanesi de Soğuksu’daymış. Evi ikiye bölen duvar evden sonra da devam etmiş ve bahçeyi de kardeş payı yapmıştır. Yalnız bahçeyi ayıran duvarın  tam ortasında  kemer bir kapı bırakılmıştır. İki aile bu kapıdan işlemişlerdir birbirlerine yıllarca.   Rum çocuklarıyla Türk çocukları da bu bahçede birlikte oynayarak büyümüşlerdir. Sonra 20. yüzyılın başlarında o evdeki Rum aile bin yıllık topraklarından koparılarak Yunanistan'a sürgün edilmiştir. Onların evine de Yunanistan'dan Trabzon'a sürgün edilen bir müslüman aile yerleştirilmiştir. İki müslüman komşunun yaptığı ilk iş bahçedeki kemer kapıyı örüp kapatmak olmuştur...
 
Onlar Rum ya da Ermeni oldukları için düşman değildik onlara ama. Zaten onlar Ermeni de değildi Rum da. Onlar GAYRİMÜSLİM idiler sadece. Yani düşman olan milletler değildi dinlerdi her zaman...
 
Yunanistan’da bir köye gitmiştim bir levhanın ucundaki oka bakarak. O ok Kavala Köyü'nü gösteriyordu. Sordum “bu köyü Trabzon’dan mı getirdiniz" diye. Hepsi en yaşlı olana baktı. “Hayır, buradan Trabzon'a sürgün edilenler giderken köylerini de alıp gittiler" dedi o acıları yeniden yaşayan gözlerle gözlerimin içine bakarak...
 
Düşmanlık için din olmasa da başka bahaneler bulmuşuzdur her dönem. Hala buluyoruz en kralından. Düşünün. Atatürk Türkiyesi'nde bir çocuk doğuyor Trabzon'un Akçaabat ilçesinin bir köyünde. Bu çocuk büyüyor ve Trabzonspor'da yöneticilik yapıyor. Sonra 44 yaşında İstanbul'un Beylikdüzü İlçesi'ne Belediye Başkanı seçiliyor. Buraya kadar her şey normal. Bundan sonrası da normal aslında. Hatta o çocuk hiç kimsenin umurunda bile  değil. O çocuk biraz daha büyüyor ve 49 yaşında İstanbul'a Belediye Başkanı seçiliyor. İşte kıyamet o zaman kopuyor. O çocuk hemen Rum oluyor. Hata özgür basınımızın bir televizyon kanalı gidiyor Pontus topraklarındaki mezarlıklarda dedelerinin DNA incelemesini yapıyor o çocuğun etnik kimliğini tam belirleyebilmek için. Üstelik bunu kimin için yapıyorlar biliyor musunuz..?