Dünyaya şüphesiz ki insandan daha kıymetli bir varlık gönderilmemiştir.  Onun içindir ki insan ‘eşref-i mahlûkat’(yaratılanların en şereflisi) olarak nitelendirilmiştir. Hangi inanca, dile, milliyete ve cinsiyete mensup olursa olsun insan özü itibariyle değerlidir. Yüce Rabbimizin biz insanları muhatap olarak kabul etmesi, dünyayı ve içindeki nimetleri bize sunması insanın kıymetli bir varlık olduğuna delildir.
 
Kişiye varlığı ve makamından dolayı değil, insan olduğu için değer vermeliyiz. Fakat bu, yaşadığımız hayat içerisinde nedense böyle olmamaktadır. İnsanlara sonradan elde ettikleri varlıklar ölçü alınarak değer verilmektedir. Güçlüler, güçsüzleri her fırsatta ezmektedir. Böyle olunca da hayat yaşanmaz ve çekilmez bir hâl almaktadır.
 
Bugün olduğu gibi geçmişte de insan hakları sürekli çiğnenmiştir. Değişik önlemler alınmaya çalışılmışsa da bunun önüne geçmek pek mümkün olmamıştır. Bununla ilgili kanunlar çıkarılmışsa da tam anlamıyla suistimallerin önüne geçilememiştir. Çünkü tavandakiler tabandakileri hep görmezden gelmiştir.
 
Bilindiği gibi tarihte 1215 yılında İngiltere Kralına kabul ettirilen bildirge, Magna Charte (Magna Karta) İnsan Hakları kavramının ilk belgesi sayılır. İnsan hakları konusunda yayınlanan bir diğer önemli bildirge, Amerika’da yayınlanan Bağımsızlık Bildirgesi’dir. Bunlara ilave olarak özgürlük, eşitlik, kardeşlik gibi ifadeler, 1789 yılında gerçekleşen Fransız Devrimi’nden sonra yayınlanan İnsan Hakları Bildirgesi’nde yer alan kavramlardır.
 
Geçen zamanla birlikte insana bakış açısı da değişmiştir. İnsanın değişmesinin ve gelişmesinin sonucunda 10 Aralık 1948 yılında yayınlanan ‘İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ doğmuştur. Türkiye, Birleşmiş Milletler’in kurucu üyelerinden birisi olarak İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ni ilk onaylayan ülkeler arasında yer almış ve insan hakları konusundaki önemli sözleşmelerin büyük bölümüne taraf olmuştur. Lakin bu belgelerde yazılanların çoğu hayata geçirilememiş, teori olarak kalmıştır.
 
Dünyaya gelen her insan özgürce yaşama hakkına sahiptir. İnsanın en önemli hakkı yaşama hakkıdır. Gerekçesi ne olursa olsun bunu hiç kimse sonlandırma hakkına sahip değildir. Haksızlıkların hesabını kişiler değil, bağımsız mahkemeler sorar. Yaşama hakkını düşünme, eğitim, öğretim, çalışma, iletişim hakları takip etmektedir. Dünyaya gelmek bu haklara sahip olmak için yeterli bir sebeptir. Fakat hiçbir hak sınırsız değildir. Unutulmamalıdır ki bizim haklarımız, başkalarının haklarını çiğnediğimiz noktada biter.
 
Bütün insanlar dünyaya özgür bir fert olarak gelirler. Fakat yasal olmasa da bazen kişilerin yaşadıkları hayat, onların özgürlüklerini kısıtlar, hatta elinden alır. Bunun önüne geçmek için çeşitli kanun metinleri hazırlanmıştır. Bunlardan biri olan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi fertlerin haklarıyla ilgili itibarlı bir uluslararası belgedir. Bu mühim beyannamenin ikinci maddesinde hakların sınırları ve muhatapları hususunda şunlar yazar:
 
“Herkes, ırk, renk, cins, dil, din, siyasal ya da herhangi bir başka inanç, ulusal ya da toplumsal köken, varlıklılık, doğuş ya da herhangi bir başka ayrım gözetilmeksizin bu Bildirge’de açıklanan bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanabilir.”
 
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi içerik olarak zengin bir belgedir. Fakat buna imza atan ülkeler, imzalarına sadık kal(a)mayarak insan haklarını ihlal etmektedirler. Bu sadece Doğu ülkelerinde değil, özgürlüğün çıkış noktası olarak kabul edilen Batıda da sıkça yaşanmaktadır. Kimse kendini sütten çıkmış ak kaşık olarak görmesin.
 
İnsan haklarını Batıyla özdeşleştirmek, Doğuyu buna muhalif göstermek doğru değildir. İslam da haklara, vazifelere ve inanç özgürlüğüne çok kıymet vermiştir. Son ilahi din olan İslam, insan hakları konusunda Batı’dan geri değil, aksine çok çok ileridir. Resulullah Efendimizin ömrünün son demlerinde irat ettiği “Veda Hutbesi” insan hakları beyannamelerinin ilk büyük örneklerindendir. Bu hutbeyi tarafsız bir gözle okuyanlar İslam’ın insan hakları hususunda çok ileri bir noktada olduğunu göreceklerdir. Veda Hutbesi’nde Müslümanın yol haritası çizilmiş, üstünlüğün sadece takvada olduğu belirtilmiştir. Özellikle kadınların erkeklere emanet olarak verildiği vurgulanmıştır.
 
Adı ne olursa olsun, hangi kültürden çıkmış olursa olsun insana değer veren ve onu koruyan düzenlemeler muteberdir. İnsan haklarını ihlal edenler, günün birinde hakları ihlal edilenler konumunda olabilirler. Ancak o zaman yaptıklarının anlamını hakkıyla kavrayabilirler. Bu hususta empati yapanlar ve vicdanlarının sesini dinleyenler hakikatlerle yüzleşip doğruları yakalayacaklardır. Mutlu bir hayat için birbirimizi sevelim, sınırları ihlal etmeyelim. Haklarımızı bilelim ve sonuna kadar savunalım.