Daniel T. Willingham(2011), “Çocuklar Okulu Neden Sevmez” adlı bir kitap yayımladı. Kitabın çevirisi İnci Katırcıoğlu(2011) tarafından yapıldı. Bugünkü yazıyı bu kitabın anafikrini paylaşma yönünde planladım. Kitapta, eğitimci ve öğretmenlerin, çocukların okulu neden sevmediklerine ilişkin bazı somut kanıtlar elde edeceklerine inanıyorum. Bu kanıtlar, okulun sevilmesine ilişkin neler yapabileceklerimize ışık tutabilir.

Yazar şöyle diyor: Eğer okulda yapılan alıştırmalar, bir öğrenci için sürekli olarak biraz fazla zorsa, sözkonusu öğrencinin okulu sevmemesi hiç de şaşırtıcı olmamalıdır. Öğrencinin üstesinden gelemeyeceği kadar zor çalışmalar, okulun en sevimsiz yönü olarak değerlendirilmektedir. Buna göre, öğrenciler okul çalışmalarından zorlandıkları için okulu sevmiyorlar.
Yazar, alıştırmaları kolaylaştırmaktansa, düşünmeyi kolaylaştırmak mümkün mü? diye soruyor. Bir bakıma, düşünmeyi öğretmenin, alıştırmaları kolaylaştırmaktan daha kolay olacağını söylüyor.  Haklı değil mi? Okullarımızda düşünmeyi ne kadar öğretiyoruz? Oysa insan düşünüyorsa vardır, filozof öyle demedi mi?

Yazara göre, bütün öğrencilere aynı çalışmaları yaptırmak, kendi kendini baltalayan bir davranış olur. Gerçekten de böyle bir uygulama, her çeşit hastalığa aynı reçeteyi vermek gibi bir şey. Öğrencilerin bireysel özelliklerini dikkate almayan bir okulun sevimli olması nasıl mümkün olabilir?

Yazara göre, problem çözme (sorun çözme, soru çözme değil), insana keyif verir. Fakat problem çözülebilecek kadar basit ama yine de bir miktar zihinsel çaba gerektirecek kadar zor olması gerekir. Ama soru çözme insana o kadar da keyif vermez. Çünkü soru çözme hayatın içinden değil, sorun çözme hayatın içinden bir etkinliktir.

Hayalgücü bilgiden önemlidir. Şairin dediği gibi, “İnsan hayal ettiği müddetçe yaşar!” Hayal kurmak iyidir. Onun için hayalgücü bilgiden daha önemlidir. Hayalgücünü geliştirmeye elverişli olmayan bir okul öğrencilere cazip gelmez.
 
Öğrenciye öğreteceğimiz bilgi, öğrenci için bir anlam taşıyorsa, daha çok anlaşılır; öğrenciden istediğimiz öğrenme konularının onlar için anlamlı olmasına özen göstermiyorsak, öğrenci okulu niye sevsin ki?

Yazara göre, bir şey bizim için anlamlı ise, çok daha iyi hatırlarız; bu tür bilgiler de daha çok ilgi çeker. Bunun için öğrencilere öğreteceğimiz bilgilerin, onlar için anlamlı olması gerekir.  Anlamı olmayan bilgilerin aktarıldığı bir okul ortamı, öğrenciler için asla cazip değildir.

Olguları kullanma kabiliyeti olmadan olguların pek az değer taşıdıkları doğrudur. Öğrencilerin olguları kullanma yeteneklerinin geliştirilmesi, okulun cazibesini artırabilir.

Çocuklar zevk için okumayı ve öğrenmeyi öğrenebilirlerse, hayatları boyunca bilişsel faydalardan yararlanabilirler, aksi durumda sadece “okul” için okumuş olurlar ki, bu da zevk vermez.
Bilgi, kavramsal bir nitelik taşıdığında ve olgular birbirine bağlı olduğunda öğrenilmeye değerdir. Listelenmiş bilgilerin öğrenilmesinde ise, böyle bir durum geçerli değildir.

Birbiriyle bağlantısı olmayan, listeler halindeki olguları öğrenmenin oldukça güç olduğu bir gerçektir. Bu durum, okulu sevimsiz yapan başka bir boyuttur. Oysa birbiriyle bağlantılı olguların öğrenilmesi keyif verici ve kolaydır. Okulu yeniden kurarken bu durumun dikkate alınması okulu sevimli hale getirebilir.

Sonradan bir test yapılacağından haberdar olmak, öğrencilerin hafızalarını güçlendirmez(aksine sınav stresine sokar). Öğrenci öğrenmenin sonunda bir sınava gireceğini bildiğinden, bütün öğrenmeleri salt sınav başarısına indirgemektedir. Bu da okulun sevimsizleşmesine katkı yapan bir başka olumsuz boyuttur.

Öğrencilerin okulu sevmemelerinin nedenlerini bilmek, okulun sevimli hale getirilmesinde önemli ipuçları sağlayacaktır.