GARB(BATI) MEDENİYETİ KARŞISINDA MEHMET AKİF-2
 
Akif, ilme ve teknolojiye hayrandır. İnsanların yerinde sayması, onu rahatsız eder. Batı’dan gelen her şeye önyargıyla yaklaşan kaba softalara da kızar. İfrat ve tefritten uzak durulmasını ister. O, her konuda ölçülü hareket edilmesinden yanadır. Batı’nın teknolojisini alırken, onu da kendi millî rengimize boyamamız gerektiğini ifade eder. Yani Mehmet Akif, taklide şiddetle karşı çıkar. Çünkü taklit hiçbir zaman aslı kadar mükemmel olamaz.
 
Mehmet Akif, Doğu ve Batı medeniyetlerini çok iyi tanıyan bir aydındır. Onun bu iki dünyayı yakından tanımış olması değerlendirmelerine de yansımıştır. Onun içindir ki bu iki dünyaya dair düşünceleri afakî değildir. O, Müslümanların ilimden uzak düşüşüne çok üzülür; onları sürekli uyarır. Tevekkülü tembellikle karıştıran Müslümanları şiddetle eleştirir:
 
“Çalış dedikçe Şeriat, çalışmadın durdun
 Onun hesabına birçok hurafe uydurdun
 Sonunda bir de ‘tevekkül’ sokuşturup araya
 Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya!’
 
Biz ülke ve millet olarak Asya’yla Avrupa’nın birleştiği noktada olsak da Akif’e göre biz her şeyimizle Doğuluyuz. Bir parça toprağımızın Avrupa’da olması bizi Batılı yapmaz.  Hem ona göre Doğulu olmak küçümsenecek ve ayıplanacak bir durum değildir. O, “Bülbül” şiirinin bir bölümünde kendini Şark’ın “vefâsız, kansız evladı” olarak niteleyerek eleştirir:
 
“Ne hüsrandır ki: Şark’ın ben vefâsız, kansız evlâdı,
  Serâpâ Garba çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı!”
 
Mehmet Akif’e göre “Avrupa medeniyeti, bir medeniyet-i fâzıle, bir medeniyet-i hakikiye-i insaniye değildir” Onlar hakkı değil, kuvveti üstün tutmuşlardır. Bunun en büyük delili, onlarla yaptığımız çetin savaşlardır. Onlar bu amansız savaşlarda bütün vahşiliklerini pervasızca ortaya koymuşlardır. Bunun örneklerini Balkan, Çanakkale ve Kurtuluş Savaşlarında bütün çıplaklığıyla görebiliriz. Zira onlar teknoloji zengini olsalar da merhamet ve insaf fakiridirler. Batı insanı bencildir, zayıf olanı ezmeye meyillidir, adalet duygusu yok denecek kadar azdır. Böyle oldukları için de onlara güvenmek ahmaklıktır. Mehmet Akif, hiçbir zaman güven vermeyen bu insanlara karşı çok öfkelidir. Öfkesi şahsî değil, umumîdir:
 
“Tükürün milleti alçakça vuran darbelere!
Tükürün onlara alkış dağıtan kahbelere!
Tükürün ehl-i salîbin hayâsız yüzüne!
Tükürün onların asla güvenilmez sözüne!
Medeniyet denilen maskara mahlûku görün,
Tükürün maskeli vicdanına asrın tükürün!”
 
Mehmet Akif Ersoy, bizzat gidip gördüğü Batı’nın ilmî üstünlüğünü kabul ediyordu. Fakat bu şimarık kıtanın fitne fesat değirmeni olduğunu da aklımızdan çıkarmamamız gerektiğini öğütlüyordu. Bu kıtanın sakinleri, sömürgelerinin omuzları üzerinde yükselmeyi sıradan görüyorlardı. Sanki dünyada onlar “Efendi”, ötekiler köleydi. Siyasî meselelerde uyguladıkları ikiyüzlü politikalarla güvenilmez insanlar olduklarını açıkça gösteriyorlar. Avrupalılar her şeye maddî boyuttan bakıyorlar. Mehmet Akif, bununla ilgili olarak örnekler vererek şöyle diyordu: “Avrupalılar, zapt etmeyi kararlaştırdıkları memleketin ahalisi arasına evvelâ tefrika sokarlar, senelerce milleti birbirleriyle boğuştururlar. Sersem ahali yorgun düştükten sonra gelip çullanırlar. Bugün de işte bize karşı aynı siyaset kullanıldı. Zaten her yerdeki siyasetleri budur. Hindistan’da, daha evvel Endülüs’te, sonraları Cezayir’de, İran’da hep böyle yaptılar. Takip ettikleri siyaset hep aynı siyasettir, hiç değişmez.”
 
Netice itibariyle Mehmet Akif’in, Batı’ya karşı mesafeli bir duruşu vardır. Fakat o, yine de Batı’nın ilminin ve bize uygun olabilecek sanatının alınmasını ister. Yani o, Batı ülkelerini geçmişteki vukaatlarından dolayı damgalamıştır. Onların ne zaman ne yapacağı hiç belli olmaz. Batı’nın bizim hayrımıza bir şey düşünmesi ve yapması nadirattandır. Bunun böyle bilinmesi, hâl ve hareketlerimizin buna göre gerçekleştirilmesi hepimizin hayrınadır.
 
Mehmet Akif’in ne kadar doğru söylediğini bugün yaşadıklarımız göstermiyor mu?