Biz Müslümanlar geçen zamanla birlikte değerlerimizden çok uzaklaştık. Kendi değerlerimizi bir kenara bırakarak Batı dünyasının değerlerine dört elle sarılır olduk. Bu durum kültür, sanat ve edebiyatta ağırlıklı olarak kendini gösterdi. Radyo, televizyon ve yazılı basın gece gün demeden bize yabancı değerleri şirin ve sevimli göstermek için uğraşıyor.
           
Bilindiği gibi Müslümanların kendilerine mahsus takvimleri vardır. Fakat günümüzde Avrupalıların ve dünyanın yaygın olarak kullandığı milâdî takvimi kullanıyoruz. Çoğumuzun hicrî takvim hakkında dikkate değer bilgisi yok.
 
Kullandığımız milâdî takvim güneş yılı esasına dayanır. Oysa Müslümanların hicrî takvimi ay yılı esasına göredir. Bu yüzden yaygın olarak Hıristiyanların kutladığı yılbaşı(Noel) ile bizimki farklı zamanlardadır. Türkiye’de hicrî yıl kutlaması söz konusu bile değildir. Ya Noel yortusu, onun eksiksiz kutlanması için ülkemizde aylar öncesinden hazırlık yapılmaktadır.
 
Bizim insanlarımız kendilerini ecnebi kültüre öyle bir kaptırmışlar ki kendi kültürel değerlerinin farkında bile değillerdir. Hicri yılla ilgili bilgisi olan, hangi hicrî yılda olduğumuzu doğru olarak bilen kişilerin sayısı sanıldığı kadar çok değildir. Müslümanların düştüğü fecaate bakar mısınız? Kültürel yozlaşma ve ezilmişlik almış başını gidiyor.
 
Hicrî takvim Peygamberimizin Mekke’den Medine’ye hicretini başlangıç kabul eden ve ayın dünya çevresinde dolanmasını esas alan bir takvim sistemidir. Hicrî takvim; hicrî şemsî ve hicrî kamerî takvim olmak üzere ikiye ayrılır.
 
İslâm tarihiyle ilgili kaynakların belirttiğine göre Hz. Peygamber, Safer ayının 27. günü Hz. Ebubekir ile birlikte Medine’ye hicret etmek üzere Mekke’den ayrılmış, dört gece Sevr Mağarası’nda kalmıştır. Burada bir kısım olağanüstü hadiseler(mucizeler) yaşanmıştır. 1 Rebiülevvel Pazartesi günü Sevr Mağarası’ndan Medine’ye doğru yola çıkmışlardır. 8 Rebiülevvel / 20 Eylül 622 Pazartesi günü Küba köyüne gelmiş. Burada Küba Mescidi’ni inşa etmiş ve 12 Rebiülevvel Cuma günü Medine’ye doğru hareket etmişlerdir. Bu hadiselerin yaşandığını Kur’an-ı Kerim bizzat teyit etmektedir. Hz. Peygamberin Küba’ya geliş günü olan 20 Eylül 622 tarihini, hicrî sene başlangıcı olarak kabul eden ve dünyanın güneş etrafındaki dolanımını esas alan takvim sistemine ‘Hicrî Şemsî Takvim’ denilmektedir.
 
Hicrî yıl, ayın dolaşımını esas aldığından dolayı, milâdî yıldan on bir gün daha azdır. Hicrî aylar, dünyanın güneş etrafında dönmesinden oluşan mevsimlere bağlı değildir. İslâmî bayramlar, her sene aynı ayda geldiği için farklı mevsimlere rastlamaktadır. Mesela, Ramazan ayı veya Hac mevsimi yaz aylarında gelebileceği gibi kış aylarında da gelebilir. İslâmî gün ve geceler, ayın dolaşımını tamamladığı her otuz üç senede bir defa aynı güne gelir. İslamiyet’te, güneş yılının ayları içinde sayılı bir mübarek gün yoktur. Doğum günü ve mübarek geceler, hicrî yıl ile kutlanır. Bütün ibadetlerde ve dinî faaliyetlerde kamerî aylar esas alınır. Hac, oruç, kurban ve bayram günleri kamerî aylara göre tespit edilir.
 
Hicrî yılbaşı son peygamber Hz. Muhammed’in(sav) milattan sonra 622 yılında Mekke’den Medine’ye göçü ile başlayan takvimin ilk günüdür. İslâm dünyası yüzünü topyekûn Batı’ya çevirdiği için hicrî yılbaşı görkemli şenliklerle kutlanmıyor; adeta geçiştiriliyor. Hicrî yıl takvimlerde küçük puntolu rakamlarla, adeta görülmeyecek derecede yazılıyor. Bizde aylar hicrî yıldaki karşılıklarıyla söylenmiyor. Sadece recep, şaban ve ramazan ayları geniş kitleler tarafından biliniyor. Öbürleri nazar-ı dikkate alınmıyor. Dilerseniz hicrî ayların adlarını sırasıyla dikkatinize sunalım: “Muharrem, safer, rebiülevvel, rebiülâhir, cemaziyelevvel, cemaziyelâhir, recep, şaban, ramazan, şevval, zilkade ve zilhicce.”
 
Resulüllah (sav)’ın Mekke’den Medine’ye hicretini başlangıç alarak, kamerî aylara göre ilk defa tarihi başlatan Halife Ömer b. Hattab (r.a)’dır. Ömer b. Hattab (r.a), milâdî 622’ye denk gelen hicret hadisesini İslâmî tarihin(takviminin) başlangıcı olarak kabul etmiştir. Fakat günümüzde bizim gibi pek çok İslâm ülkesi uygulamada milâdî takvimi ön planda tutmaktadır. Bunu da dünyaya ayak uydurmanın zorunlu bir gereği saymaktadırlar.
 
Bilindiği üzere Hicrî ve rûmî takvim uzun müddet ülkemizde kullanılmış, 26 Aralık 1925 tarihinde yürürlükten kaldırılmıştır. Bugün bize düşen vazife milâdî takvimi günlük hayatta kullanırken, hicrî takvimi de en azından gönlümüzde yaşatmaktır. Biz anne babalar ve İslâm kültürünü benimseyen insanlar olarak çocuklarımızı en azından hicrî takvimin varlığından haberdar etmeliyiz. Bu geçmişe dönmek değildir; geçmişi yâd etmektir.
 
Yarınlarımızın teminatı olan çocuklarımızı kültürel değerlerimizle beslemeliyiz. Çünkü dününü bilmeyen yarınına yön veremez. Bu arada unutmadan söyleleyim 11 Eylül 2018 tarihi itibariyle 1440. hicri yıla girdik. 1440 hicrî yılın İslâm âleminin uyanışına vesile olması en büyük temennimizdir. Hicrî yılınız kutlu olsun, insanlığa hayırlar getirsin.