Çocuğum o zamanlar…
Ama yüzü de, anlattıkları da hep hatırımda.
Her 17 Eylül olup Adnan Menderes’in ölüm yıldönümü yad edildiğinde aklıma gelir komşumuzun anlattıkları. Onun dilinden yazıyorum…
 
“ Ne zaman ki Demokrat Parti kazanıp Adnan Menderes başbakan oldu, Aksaray’da dedemlerle birlikte yaşadığımız 3 katlı köşkümüz adeta bayram yerine döndü. Sadece biz değil tüm mahalle de şenlik gırla. Seçimler bitip Adnan Menderes başbakan olduktan bir kaç gün sonra rahmetli babam Adnan Menderes’in kocaman bir resmini astı salonun en orta yerine. Altın varaklı çerçeveye geçirilmiş bir resimdi. O derece seviyor ve saygı duyuyor kendisine. Bizi de her akşam o sevgisine ortak ederek başbakanın yaptığı güzel işleri anlatırdı böbürlenerek. Hatta geçeceği yolu öğrendiği bir gün uzunca süre o yolda onu görmek için beklediğimiz bile oldu. Hiç unutmam açık mavi renkli kuyruklu bir araba ile geçmişti önümüzden bize el sallayarak.
Sonra bir gün oturduğumuz mahallelerden yol geçeceğini öğrendik. Dedikodu sanarak inanamadık önce.
Fakat doğruydu…
Şok olmuştuk!
Konu komşu büyük bir şaşkınlık içinde ne yapacağımızı bilemez halde birbirimizden medet umuyor, tanıdıkları olanlar Ankara’dan durumu soruşturuyor, çareler arıyordu.
Sonra korkulan oldu!
Yıllarca yaşadığımız evlerimizden teker teker atıldık!
Dedemin ve babamın çalışarak yaptırdığı 3 katlı evimiz elimizden alınmış karşılığında in cin top oynayan bir yerde  kümes kadar küçük bir eve tıkıştırılmıştık. Biz şanslı olanlardandık en azından kümes de olsa 1 odalı evimiz vardı.
Birde tek kuruş para bile ödenmeden sokağa atılanlar vardı ki onların hali içler acısıydı!
Aylarca camilerin avlularında barınmak zorunda kaldılar.
Çoluk çocuk perişan oldu nicesi.
İnsan neden yaşar? Başını sokacak bir ev sahibi olmak için…
Bir baba neden didinir? Evlatları kendinden sonra ele-güne mahkum olmadan rahatça yaşasınlar diye.
Bir anda hayallerinden, geçmişlerinden, yaptığı birikimlerle yarattıkları dikili ağaçlarından olmak kahretti bir çoğunu.  Kahrından, kederinden ölen babalar oldu.
Evsiz, barksız kaldığı için hastalanan analar…
Benim babam da çok üzüldü bu duruma.
Çok kederlendi.
Annem, tıkıştığımız tek göz odalı evimizde ölene dek 3 katlı köşkümüzü sayıkladı.
Ama çok da ah etti!
Çok!
Bir gün gazeteden Adnan Menderes’in uçak kazası geçirdiği haberini öğrendik. Kaza yerinde ağacın dallarına asılı kalan ceketinin onu kurtardığını ve yaşadığını öğrendiğimizde şaşırdık! İlahi bir mucizeydi o kurtuluş… Allah ölmesine müsade etmemişti. Kaç insan bir uçak kazasından kurtulabilir ki?
O kurtulmuştu.
Ya da öyle sanmıştık…
Sonrasında yaşanan olayları biliyorsun. Kendisine yöneltilen suçlamaların arasında bulunan -İstanbul’da bulvar ve yol açmak için pek çok vatandaşın evini,parasını geciktirerek ya da hiç ödenmeden istimlak etmek,- maddesinin de bulunuyor olması daima üzer beni.
Evet yerimizden, evimizden olmuştuk bunun da müsebbibi olarak Adnan Menderesi görüyorduk ama sonu böyle olmamalıydı. Hiç bir insanın olmamalı…
Hayat işte…
Babam 3 katlı köşkümüz yerine bize verilen tek odalı evimize taşınırken, o eve sığmayacağını bile bile her eşyayı aldı yanına da bir tek şeyi geride bıraktı.
Rahmetlinin özene bezene yaptırıp duvarımıza büyük bir sevgi ve saygıyla astığı resmini…“
 
Yıllar öncesi dinleyip hafızama kazıdığım bir yaşanmışlığı paylaştım…
Anlatılanlarında, acı dolu sonun da, bir öykü ya da hikaye olmasını öyle çok isterdim ki…Ama değil.
 
Ve rahmetli Adnan Menderes’in  infazında görevli bulunan asker Muzaffer Erkan’ın idam esnasında söylediği Menderes’in hüzün dolu son sözlerini yazarak bitirmek istiyorum.
 
“Türkiye’ye 10 sene başbakanlık  yaptım. Sekiz senemi Türk tarihi yazacak, iki senemi dalkavuklarım. Oğlum Yüksel’in devlet tarafından okutulmasını istiyorum. Kaleminden altın damlasın.
Bizim gibi olmasın…”
 
Saygı ve rahmetle…