“Barış” kelimesi her zaman kulağa hoş gelmiştir.
Keşke insanoğlu olarak  barış içinde yaşamayı becerebilseydik.
Ne yazık ki bunu başaramadık başarmak içinde samimi adımlar atamadık.
Başta Ortadoğu olmak üzere dünyanın bir çok yerinde savaşlar devam ediyor kan akıyor.
Milyonlarca insan ise açık ve sefalet ile mücadele diyor.
Anlayacağınız dünyanın çivisi çıkmış.
Ortada be barış ne sevgi ne de hoşgörü var.
Toplumsal uzlaşma, insanların refahı ve geleceğin garanti alınması noktasında atılan en önemli adımlardan biridir barış.
Barış insanlıktır.. Çok önemli bir haktır.
Ama hakkını da vermeliyiz. İyi niyet suiistimal edildiğinde devreye art niyet girdiğinde ortada “barış” diye bir şey kalmaz.
İşte tam bu noktada binlerce insanı yakından ilgilendiren “imar barışı” konusunda benim çok ciddi kaygılarım, endişelerim ve itirazım var.
Göz-göre göre büyük bir yanlışın içindeyiz.
Doğa ile savaşıp insanlarla barış anlaşması yapılamaz.
Çarpık yapılaşma ile akılara ziyan veren konutlar, dere kenarlarında yapılan evler, temeli daha olmayan binalar..
Hiçbir kurala uymayan adeta ölüme davetiye çıkarılan evlere tanınan imar barışının anlamı ne olabilir ki.
Ben söyleyeyim; kendi ayağınıza sıkmak gibi bir şey olur..
Şiddetli yağışla oluşan sel ve heyelanda yerle bir-olan evlere tanıdığınız “barış hakkının” kime faydası olur Allah aşkına..
Önüne gelen bu haktan faydalanmaya çalışıyor..
“Hele bir evime tapu verilsin de ölürsek te ölelim” diyen vatandaşları ise hiç sormayın.
Onları nasıl izah edeceğimi bende bilmiyorum..
Oturduğun yerde düzeni değiş ,kanalları kapat menfez yap, derenin dibine kaçak ev yap sonra da sel olunca otur ağla-sızla..
Doğa ile savaşma hastalığı var bizde..
Sadece vatandaşımız değil merkezi ve yerel yönetimlerin büyük kabahatleri var.
Sen kalkar bu insanlara “al sana imar barışı” diye hak tanırsan ne evleri yıkabilirsin ne de bu düzeni değiştirebilirsin.
 “Nasıl olsa af çıkar, nasıl olsa bize de tapu” verir diyenler kaçak yapılaşmaya aynen devam eder..
Bu işlerin önünü alsaydık bu kadar acıyı yaşamazdık.
Daha yeni 2 Ağustos’ta Rize ve Ordu’da yaşanan sel felaketi çıkan tablo ortada..
“Allah’ım batıyoruz, yardım et” diyen çaresiz bir belediye başkanı ile  paramızı yatırdık imar barışından yararlanmak bizim de hakkımız diyen vatandaşlar..
Al birini vur ötekine.
Akıllanmıyoruz-akıllanma gibi de bir derdimiz yok.
Ah-vah çekmeye, ağlamaya-sızlamaya devam..
Ne bilime inanalım, ne kurallara uyalım, ne düzeni sağlayalım..
Bildiğimizi okuyalım..!
Dere yatakları evler, kahveler, kurs binaları ile dolu Karadeniz’de..
Yetmez yenilerini ekleyelim..
Daha çok konut yapalım, spor tesisleri kuralım, okulları buraya taşıyalım..
Yolları buradan geçirelim, arazileri burada oluşturalım..
Nasıl olsa denetim yok nasıl olsa engel yok.
Ağlanacak halimize gülüyoruz..
Sözün özü şu.
İnsanların ev sahibi olması, kiradan kurtarması, başını sokacak bir yuvası olmaz en güzel en temel hakkıdır.
Ancak bu hak hem kendisine hem başkasına zarar verecek yanlışları içermez.
Her yol mubah değildir.
Temeli dahi olmayan, dere kenarlarında, kanunsuz-uygunsuz binlerce konuta verilecek imar barışı kısa vadede bir umut ve sevinç olabilir.
Ama uzun vadede gün gelir çok büyük pişmanlıklar yaşarız.
Gelin iş-işten geçmeden bu noktada ciddi bir düzenleme yapalım.
Çok büyük bir yanlıştan geri dönelim..