Üstün Irk Safsatası ve İsrail'in İflâh Olmaz Irkçılığı
 
Bugün dünya devletleri içerisinde ırkçılığın en bariz olarak görüldüğü, adeta bir çeşit devlet politikası hâline getirildiği yer Ortadoğu'nun çıbanbaşı  İsrail'dir. Oysa aynı İsrail ırkçı bakış açısından çok sıkıntılar çekmiş, bu yüzden ağır bedeller ödemiş bir ülkedir. Zira Yahudiler sırf inanç ve ırklarından dolayı Hitler tarafından soykırıma tabi tutulmuşlardır.
           
Dünya devletleri İsrail'in ırkçı tutumları konusunda hemfikir olsa da bazı devletler bunları görmezden gelmektedir. Bilindiği üzere 1975’te Birleşmiş Milletler Siyonizm’i ırkçılıkla aynı kefeye koyan bir karar almış, ancak bu karar 1991’de iptal edilmişti.
           
Bugün İsrail alenen ırkçılık yapmaktadır. Yahudi milliyetçiliği olarak tanımlanan Siyonizm  bunun genel çerçevesini oluşturmaktadır. Bu anlayışın temelinde Filistin toprakları üzerinde Yahudi devleti kurmak vardır. Bu düşünce 29 Ağustos 1897’de İsviçre’nin Basel şehrinde Theodore Herzl’in topladığı Dünya Siyonist Kongresi ile tarih sahnesindeki yerini almıştır. Yahudiler o günden beri cebren ve hileyle adım adım ilerleyip Filistin topraklarını gasp etmişlerdir. Bunu şiddet kullanarak kanla ve nefretle gerçekleştirmişlerdir.
           
Kendilerini üstün ırktan sayan Yahudiler, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin birinci maddesinin "Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler, birbirlerine karşı kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar." hükmünden herhalde haberdar değildir. Haberdar olsalardı bugünkü gibi davranmazlardı.
           
Bugün İsrail, ABD'den ve Batı'dan aldığı güçle topraklarını işgal ettiği Filistin halkına her gün zulüm ve işkence etmektedir. Kim ne derse desin İsrail'in işgal politikalarına destek veren ABD,  dünyanın en büyük ırkçı devletidir. O ABD 1965 tarihli "Irk Ayrımının Her Biçiminin Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme"yi imzalamamıştır. ABD'nin şımarık çocuğu mesabesindeki İsrail, babası olan ABD'den biraz daha ileri giderek söz konusu sözleşmeyi imzalamadığı gibi aynı zamanda alenen reddetmiştir. Durum bu iken dünyanın jandarmalığını yapan, öksüz ve yetimlerin gözyaşından beslenen  ABD kabadayısını "özgürlükler ülkesi" olarak nitelemek ne kadar komiktir. Irkçılığın ortadan kaldırılmasını öngören sözleşmeyi reddetme kararı alan İsrail'i ırkçı olarak nitelememek ne gariptir.
           
Bugünkü Yahudiler dinilerine bağlı gözükse de ataları olan Musa Peygamberin 10 Emrine de sadık kalmamaktadırlar. Zira On Emir'de "Adam öldürmeyeceksin. Komşunun hiçbir şeyine göz dikmeyeceksin." dense de onlar her gün Filistinli mazlumları öldürüyor, topraklarını çalıyorlar. Bu durum onların dinlerinde de samimi olmadıklarını gösteriyor.
 
Mesut Özil Özelinde Almanya'da ve Batı'da Irkçılığın Ayak Sesleri
 
Malum olduğu üzere Alman millî takımının Türk asıllı futbolcusu Mesut Özil 21. yüzyılı yaşadığımız bu medenî(!) zamanda seviyesiz ırkçılık tartışmalarının ardından Alman millî takımını bıraktı. Bir zamanlar Alman milli takımı Dünya Kupası maçlarında ve Avrupa şampiyonasında başarıdan başarıya koşuyordu. Hatta bu sene kupadan bir hayli erken elenen Almanya, son dünya kupasını kazanan takımdı. O zamanlar Mesut Özil'in milleti ve milliyeti hiç konuşulmuyordu. Çünkü takımın başarılı oyuncusu Alman olarak görülüyordu. Ne zamanki Alman milli takımı düşüşe geçti, bu seneki Dünya Kupası maçlarında bir varlık gösteremedi, bu takımın önemli bir parçası olan  Mesut Özil de tartışılmaya başlandı. Aslında Almanya futbol çevreleri bir günah keçisi arıyordu. O günah keçisi de Mesut Özil oldu.
           
"Aklın yolu birdir" derler. Alman millî takımının başarısızlığının ardından mantıklı olan şey, bu ekibi oluşturan oyuncularının milliyetlerinin tartışılması değil, oyun performanslarının tartışılmasıydı. Zira başarı planlı ve doğru çalışmanın ürünüdür, başarısızlık ise yanlışların çokluğunun bariz işaretidir. Yetkili çevreler öncelikle ellerini başına koyup "Biz nerede yanlış yaptık?" sorusunu kendilerine sormalıydı. Durum bundan ibaretken meseleyi milliyet ve ırk boyutuna taşımak son derece yanlıştır. Zira bu seneki Dünya Kupasını müzesine götüren Fransa millî takımına baktığımızda bu başarılı takımı oluşturan as oyuncuların sadece ikisinin Fransız kökenli olduğunu görürüz. Başarı durumunda gündeme gelmeyen ırk mevzusu, başarısızlık durumunda da gündeme gelmemelidir.
           
Şöyle bir düşünün: Alman milli takımında başarılar art arda gelirken, her şey güllük gülistanlıkken  Mesut Özil Alman'dı da, başarısızlık olunca mi Türk oldu? Böyle mantıksız ve taraflı bir bakış açısı olabilir mi? Bu çağda bunları konuşmak ne kadar da ayıp...
           
Aslında ırkçılık başta Almanya olmak üzere, Batı ülkelerinde her zaman vardı. Mesut Özil olayı, bardağı taşıran son damla oldu. Bu son çıkış, konuyu tekrar gündeme oturttu.
           
Mesut Özil'in Alman medyası, Alman Futbol Federasyonu ve Alman siyaset çevreleri tarafından, tabir caize aforoz edilmesinin gerekçesi Türkiye Cumhuriyeti'nin seçilmiş Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'la fotoğraf çektirmesi oldu. Türk kökenli bir insanın kendi ülkesinin Cumhurbaşkanıyla fotoğraf çekilmesi o kişi için bir onur vesilesidir. Böyle bir davranıştan daha tabiî ne olabilir ki? Sizin ülke olarak başka hesaplarınız olabilir. Bu kirli ve aşağılık hesaplardan yola çıkarak dünyanın parmakla gösterilen ve İngiltere'nin en köklü camialarından biri olan Arsenal kulübünde forma giyen bir dünya yıldızını ırk tartışmalarına kurban edemezsiniz.  Bir dünya yıldızı olan Mesut Özil Alman Millî Takımına 12 yıl hizmet etti. O süreçte adeta bir Alman gibi takımının başarısı için ter döktü. Bunu yaparken derdi Alman veya Türk olmak değildi, aksine yegâne düşüncesi işinin hakkını vermekti; iş ahlâkını öncelemekti. Siz böyle düşünen bir insana ırkçılık penceresinden bakarak onu aşağılayamazsınız. Yok böyle bir şey. Bu davranış ne vefaya ne de insanlığa sığar.
           
Mesut Özil'in, kendisine yönelik ırkçılık söylemleri gerekçesiyle daha şöhretinin zirvesindeyken hiç tereddüt etmeden Alman millî takımını bırakması, böylelikle Avrupa'nın ırkçılık söylemini bir kere daha gündeme taşıması son derece anlamlı ve önemlidir. Özil'în bu soylu davranışı bazı taraflı çevrelerce eleştirilse de, Avrupa'ya işçi ve göçmen olarak giden yabancılar tarafından desteklenmiştir. Çünkü o, bu asil duruşuyla sessiz çoğunluğun sesi ve temsilcisi olmuştur. Bir anlamda sükûttan beslenenlere yüksek sesle "Kral çıplak!" demiştir.
           
İkinci Dünya Savaşı'yla manevî anlamda moral değerleri sıfırlanan ve maddî anlamda da adeta yerle bir olan Almanya'yı ayağa kaldıran ve çağdaş dünya devletleriyle yarışır konuma getiren 1960'lı yıllarda başlayan işçi alımları ve göçlerdir. Almanya o yıllarda kalkınmaya odaklandığı için kimin nereden geldiğine veya inancının ne olduğuna bakmamıştır. Zaten göçmenler kısa zamanda ortaya koydukları başarı hikâyeleriyle dikkat çekmeye başlamışlardır. Fakat daha sonra Almanya'nın yabancılara bakış açısı değişmiştir.
           
Dünyanın en aşağı davranışı olan ırkçılığın şekli ülkeden ülkeye değişebilmektedir. Mesela Doğu Avrupa ülkelerinde siyah tenli oyunculara muz atma ve maymun sesi çıkarma ön plandayken  başka ülkelerde farklı şekillerde tezahür etmektedir. Bazı ülkeler bu işi açıkça yaparken bazıları gizli biçimde yapmakta, sonra da yaptığı çirkinliği inkâr etmektedir.
           
Bugün dünyayı kan gölüne döndüren ABD'nin ve onun günahlarına ortak olan Avrupa devletlerinin kendi yazdıkları ve imzaladıkları İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'ne uymamaları büyük bir garabet örneğidir. Bu güçlerin söz konusu beyannamenin "Herkes, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya başka bir görüş, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet, doğuş veya herhangi başka bir ayrım gözetmeksizin bu Bildirge ile ilan olunan bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanabilir. Ayrıca, ister bağımsız olsun, ister vesayet altında veya özerk olmayan ya da başka bir egemenlik kısıtlamasına bağlı ülke yurttaşı olsun, bir kimse hakkında, uyruğunda bulunduğu devlet veya 203 İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ülkenin siyasal, hukuksal veya uluslararası statüsü bakımından hiçbir ayrım gözetilmeyecektir." maddesini hangi kafayla okuduklarını ve nasıl anladıklarını merak etmemek mümkün değildir. Çünkü hepsi de bu maddede ne yazıyorsa aksini yapmışlardır.
           
Irkçılığın normalleşmesi bugünkü Avrupa'nın ve ABD'nin geleceğini tehdit eden ciddi bir konudur. Farklı bir etnik kökene sahip olmak, farklı bir milletten veya dinden olmak bu ülkelerde hâlâ ayrımcılığa sebep olarak görülmektedir. Dünyanın egemen güçleri olan ABD ve Avrupa ırkçılık sınavında dün olduğu gibi bugün de sınıfta kalmıştır. Çağımız bunun örnekleriyle doludur. Unutmamak gerekir ki ırkçılık kaosun ana rahmidir. Futbolda ırkçılık bunun bir uzantısı olarak son zamanların en büyük sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır.
           
Yabancı olanı dışlamak, kendine benzemeyeni düşman ilân etmek, farklı olana şüpheyle bakmak mantık, insaf ve izan ölçülerine aykırıdır. Hangi milletten veya hangi ırktan olursak olalım bu çağın vebası olan ırkçılıkla topyekûn ve kararlılıkla mücadele etmeliyiz.