Ölçüsüz yazılan şiirlerde bile farklı yöntemlerle bir ritim yakalanmaya çalışılır, bir ahenk oluşturulur. Şayet oluşturulamazsa o dizeler şiirden uzaklaşmış, düz yazıya yaklaşmış olur. O zaman ortaya 'mensur şiir' denilen kavram çıkar En ilkel toplumlardan çağdaş ve modern toplumlara kadar her milletin edebiyatında şiir ve müzik (ahenk) birlikte gelişmiştir. Eski Türklerde şiirlerin kopuz eşliğinde söylenmesi, eski Yunanda ozanların lir çalarak şiirler okumaları, günümüzde tüm ezgilerin güftelerinin şiir olması; ağıt ve türkü sözlerinin şiir olması bu fikri ispat eden örneklerdir. Hiçbir bestekâr bir makalenin veya bir romanın birkaç paragrafını bestelemeyi düşünmemiştir. Bu yüzden edebi türler içinde müziğe en yakın olanı şiirdir.

Şiirde elbette ki anlam da önemlidir. Fakat şiir hiçbir zaman anlam sanatı olmamıştır. Eğer anlam sanatı olsaydı çeviri şiirler çok beğenilir ve dillerden düşmezdi. Şiirde önemli olan neyin anlatıldığı değil, nasıl anlatıldığıdır. Eğer şiir anlam sanatı olsaydı “Allah, peygamber, vatan, millet sevgisi” gibi ulvi temaları işler ve kolayca şair olurduk. Şiir ses ve söyleyiş sanatıdır. Söyleyiş derken özgünlük demek istiyoruz. Yani iyi şair ele aldığı bir temayı herkesten farklı, kendine has bir üslupla ifade etmelidir. Ses sanatıdır derken şiirdeki müzikaliteyi, başka deyişle ahengi kastediyoruz. Şiirde ahenk öğeleri ölçü, kafiye, redif, aliterasyon, asonans ve tekrarlardır.

Ölçüsüz ve kafiyesiz şiir yazılamaz mı? Elbette ki yazılır ve yazılmıştır da… Birinci Yeniciler ( Garip Akımı) ve bu akımdan etkilenen bazı şairler böyle şiirler yazdılar. Fakat bu şairlerin en beğenilen şiirleri ahenk öğelerinden yararlanarak yazdıkları şiirler olmuştur. Şiiri düzyazıdan ayıran, başka ifadeyle şiiri şiir yapan bu öğeleri kullanmadan şiir yazmak zannedildiği gibi kolay iş değildir. Zor iş de diyemeyeceğim; çok zor iştir. Fakat eli kalem tutan herkes bu tür manzumeler yazabilir ve yazıyorlar da. Fakat bu yazılanlar şiir midir? İşte bu soru işaretidir. Bu şiirler bana Nasrettin Hoca’nın bir fıkrasını hatırlatır. Hoca’ya sormuşlar: “Hocam, kardan helva olur mu?” Hoca cevap vermiş: “Olur… Ben yaptım oldu. Ama tadını ben de beğenmedim.”  demiş. Ahenk öğelerinden yararlanmadan şiir yazmaya çalışmak testere çivi, cam, tuğla vb. inşaat araçları ve malzemeleri kullanmadan ev yapmaya benzer.

Edebiyatımızda vazgeçilemeyen ahenk unsurlarının başında ölçü (vezin) gelir. 1500 yıllık edebiyat tarihimiz boyunca bizde hece ve aruz olmak üzere iki ölçü kullanılmıştır. Hece ölçüsü bize ait yani milli bir ölçüdür. Eski Türk şiirlerinde ve halk edebiyatında hece ölçüsünün kullanıldığını görüyoruz.  Hece ölçüsünde başlıca üç kalıp vardır. Yedili, sekizli ve on birli hece kalıpları. Bir de yedinin iki katı olan on dörtlü hece ölçüsüyle şiir yazanlar çıkmıştır. Her dizede yedi hece kullanarak şiir yazsak yeterli midir? Hayır, duraklara dikkat edeceksin. Önce dört hecelik kelime veya kelime grubu kullanacaksın, sonra da üç hecelik. Başka bir deyişle yedili hece ölçüsü 4+3 duraklı olmalıdır. Eğer şiir duraklara dikkat edilerek yazılmışsa, okuyucu dizeleri duraklarda kısa bir müddet durarak okur ve böylece bir ahenk oluşur. 8’li hece ölçüsü 4+4 duraklıdır. Usta şairlerde durak hatası çok azdır. On birli hece ölçüsü 6+5 veya 4+4+3 duraklı olur.

Aruz ölçüsü şiirde ritimdir ve Araplara aittir. Rivayete göre Araplar bu ölçüyü, çöllerde develerle yaptıkları uzun yolculuklar esnasında develerin uzun ve kısa adım atışlarından esinlenerek oluşturmuşlar ve kullanmışlardır. Sonradan İranlılar da bu ölçüyü kullanmışlar ve geliştirmişlerdir.
 
Fark Ettiniz Mi?
 
Biri yaydır diğeri ok
Biri yoksa diğeri yok
Biri sıcak biri soğuk
Günler de farklı değil mi?
 
Kimi deniz kimi nehir
Kimi sevda kimi kahır
Kimi tatlı kimi zehir
Diller de farklı değil mi?
 
Kimi kara kimi si ak
Bazen tozlu bazen berrak
Renk renk çiçek açar toprak
Renkler de farklı değil mi?
 
Her bir mevsim nakış nakış
İlkbahar yaz sonbahar kış
Desen desen yaratılmış
Yönler de farklı değil mi?
 
Ayrı gayrı bir son bulsa
Her biri kol kola girse
Siyah beyaz ile gülse
Güller de farklı değil mi?
 
Olmamalı insan sessiz
Ne sen bensiz ne ben sensiz
Tek el neye yarar densiz
Eller de farklı değil mi? Cemal Eroğlu
 
Yol İşareti
 
Sevdinse...
Aşkında yitip yok oldun,
Karıştıracaksın günü, ayları.
Sevgi yollarında ne kaide, kanun
Kendin aşmalısın bu dolayları.
 
Eriyip kendini yok sanacaksın
Bu derdin olmayıp özge çaresi
Sen hız hız "kazaya" uğrayacaksın
Yoktur bu yollarda yol işareti… Bahtiyar Vahapzade

Doğunun Çocukları
 
Sen ölme çocuk      
Daha nice kışları,     
Süni tenefüslerle atlatacaksın,      
Bahara yelken açarak.       
 
Ayazda üşüyecek ellerin,    
Romatizma olacak dizlerin, 
Ama pes etme dayan,       
Dağda mahsur kalan çocuk.
 
Bahara ne kaldı       
Sonra yaz, sonra güz        
Belki ondan sonra,
Bahar gibi geçecek kışlarımız.       
 
Okuldan dönen çocuk,
Sen ölme.
Nice çocuklarını,
Dağların ötesinde unutan,
Ülkenin geleceği istikbali çocuk… A. Aziz Kan
 
Donkişot Şair
 
epeyce caf caflı kalabalık bir kafede
adam ve fahişe karanlığında bir kız
oturmaktalar oldukça sade beyinleriyle
ödeyeceğini merak ediyor adam yalnız
 
konuşmuyorlar, konuşamıyorlar belkide
oturmaktalar beyinleri oldukça sade
kız durgun annesini düşünüyor herhalde
adam telaşlı çok parası yok cebinde
 
tükenmez kaleminle yel değirmenlerine saldıran
sen şiir denizinde rotası kayıp Donkişot şair
anlatabilir misin onlara uğultulu sesinle bir an
inadına yaşamaya, sevdaya sevdalanmaya dair… Abdullah Abalı
 
Yosunun, Kumun, Otanan Yaranın Şiiri
 
bu fırtına uzaklara bakma özrümdür/ört üstümü
beni doğur, beni kına, beni sahiplen
ıslak tenimde çürüyen, ölüm gülüşünüzdür
terli kaslarımı paylaşamayan simya.
 
sözü dağlayan usta körüklerin ateşi / kalbimi
eşeliyor, kızgın bedevinin uçurduğu şahin.
miadı bitmiş içli bir söze dokunur gibi
kalbimin her atışında korkunun çetelesi.
 
ağlamak düşünme özrümdür / sarıl bana!
bakışında saklanan vahşi bozgunun kanattığı sır.
ölü bir martıyım, kanat izlerimi örtmüştü karanlık
nemli duvarlarda çürüyen kaçıncı çığlığımdı?
 
hangi yağmuru sahiplensem bulut oluyor / öp beni
öp beni iki kaşımın arasından, yorgun bakışında sakla
mumları sönmüş yatırlar,dumanı tütmeyen savaş kuleleri
en son öpmüştü beni. gülüşün tasviriniz (gibi) mahzundu.
 
aşk sözcüğünü kanatıyorsun eski mektupların
sigara yanığında... nasıl yokluktu ağlamak
ürkmüş suyılanı gibi akarken boynuma!
siyah-beyaz fotoğrafın kırığından akmak
 
nasıl intihar? kalbim tasviriniz gibi mahzundur /
dövüşür gibi konuşma öyle
dışarıda alabildiğine sonbahar. sararmış sarmaşık
güncesiydi saçların hiç konuşulmayan ama hiç
öpülmeyen alnımdan fırtınanın kanattığı martı çığlığı.
 
tuzun, zeytinin, hiçbir kızın güz mevsimindeyim
kanaviçesinde erken ayrılığın korkusu
en uzak kıyıda acıyan o yorgun taflan
gül kıvamında yolcunun anılarına aldığı günce.
 
çiğ damlasının buhar olma korkusundayım
ebruli bakışına saklanan erden düşün salkımı
tuhaf bir gülüş karanlıkseloldu içimdeki çavlan
kalemi kırılmış şairin çığlığına karışıyor.
 
kavgaya katılamamak yaşama özrümdür / uyut beni!
kadınım kaparolu yeleğime işletmiş yangınını.yolculuk,
heykelleri devrilmiş devrimin nemodası.-
ah gövdem! gözyaşlarına boğulan bir annenin duasına uçuyor… Yaşar Bedri
 
Deniz Orakçısı
 
sor kendi kendine bir sabah
av hazırlığına başlarken
sulara kim salar ilk güneşi
sen kayığına binmesen
orağını almasan eline
ilk ürünü kim biçer denizden
 
kent niye bir büyük gergeftir
geçirmiş ilmiğini alın terine
niye aç ağızlardan örülü
bir martı cığlığıdır gök
iner kalkar başının üzerinde
küçük dalışlarla yoklar tekneni
 
bir başınasın yaşamı üretirken
zıpkın çizer kürek acıtır ağ yorar
neden elleri bulunmaz elinin yanında
sofrasına çökerken yeryüzünün
sor kendi kendine bir sabah… Kemal Özer
 
Mavi Randevu
 
Mavi bir elbiseyle gelmiştin, gökyüzü maviydi..
Getirdiğin rüzgarla ev kokuyordun..
Kolun koluma değiyordu, omzun omzuma..
Mendilin maviydi, gökyüzü maviydi..
 
Bin dokuz yüz kırk iki baharıydı
Bahçeli pencereler önünde geziyorduk,
Gözlerimiz buluşuyordu, ürperiyordum
Gökyüzü maviydi, mendilin maviydi
 
Sıcak nefesin yüzüme değiyordu
"Evlenebilir miyiz" diye sormuştum,
Yürüyüşün değişmiş, yüzün pembeleşmişti;
Mavi elbiseler içindeydin, gökyüzü maviydi.
 
Elini elime verdin, ayrılıyorduk,
Gözlerin gözlerimde, dudakların ıslak,
"Sık sık konuşalım" demiştin; gittin..
Mendilin maviydi, gökyüzü maviydi.. Celal Sılay
 
Doğa Üstüne
 
Durma yok düzeninde, değişme var
Gün gün ışık, mevsim mevsim çiçek.
Güçlü yasaların görkemli, yavuz
Renkler konuşur susunca sular.
Korkusuz, var olmanın köklü özlemi
Balıklarda pul pul, kuşlarda renk renk
İnsanda, damar damar dile gelir
Güçlü yasaların yavuz, görkemli.
Dağlarda duman duman orman
Asmada salkım salkım, başakta altın altın
Yaşamanın sevinci tutmuş elleri
Gök bundan mavi, denizler bundan.
Bütünün tadı toprakta, denizde
Seven, yaratan ellerde sıcaklık.
Biteviye ilksiz ve sonrasız akış
Kaygısız çocuk yüreğince.
Yaprak yaprak sonsuz oluş
Ağarır, karlı uçurumlarda mavi sabah
Severek yaşamak, yaşamın yüce erdemi
Çocukta cıvıl cıvıl kendini unutmuş.
Görkemli yasaların hakça ve güçlü
Tadına doyulur bir istesek
İnanmış yüzlerde umut dalga dalga
İnsanlarla ne güzel yeryüzü… Oğuz Tansel
SERVET SELVİ
 
Editör: TE Bilisim