Çocukluğa geri dönüş, cennet ve cehennem nostaljisi, unutulma isteği, sürgün arzusu. Oyun, iş,çile. İtiraf. Doğuştan gelen deneyim. Görüntü, müzik, simge. Şiir, içinde yeryüzünün tınladığı bir midye kabuğudur, ritimle ölçüler de evrensel uyumun yankılarıdır. Şiir konuşulan, resmedilen, yazılan, her çehreyi gösteren fakat bir çehresi olmayandır. Şiir yokluğu gizleyen bir örtüdür insan yaratıcılığının o göz kamaştırıcı kanıtı! Tüm bu söylenenlerin içinde, onları doğrudan sahiplenen ve yaşayarak onlara hayat veren şairi nasıl görmemezlikten gelebiliriz? Onların hepsi yaşanmış hayatların ve çekilmiş acıların meyvalarıdır; onlara sıkı sıkıya sarılmaktan başka çare kalmaz bizlere.
Şiir eyleminin bütünlüğü ancak ve ancak şairin kendisiyle kurulabilecek aracısız ilişkiyle kavranabilir. Şiirselliğin varlığına ilişkin sorularımıza şiirin kendisinde cevap aramakla şiir ve şiirselliği bilerek birbirine karıştırmıyor muyuz? Aristo “Homeros veEmpedocles arasında ölçünün dışında hiçbir ortak nokta yoktur, bu nedenle ilki şair ikincisi ise fizyologdur” der. Haklıdır: Her şiir daha doğrusu ölçü yasalarıyla kurulmuş her ürün şiirsellik içermeyebilir. Fakat, ölçü ile yaratılanlara ne demeli?
Gerçekten şiir midir onlar yoksa sanatsal, öğretici ya da retorik ürünler mi ? Bir sone, şiirselliğin retorik mekanizması - stanza, ölçü, ritim - vona dokunduğunda ancak şiir olabilir, yoksa sadece bir edebiyat biçimidir. Sözcükler arasındaki ritmi sağlayacak araçlar vardır, ancak şiirsel dönüşümü sağlayabilecek hiç bir araç yoktur. Şiir olmaksızın şiirsellik söz konusu olabilir; doğal güzelliklerin, insanların ve olayların genellikle şiirsel yanları vardır. Şiire dönüşmemiş şiirsel durumlardır bunlar.

Şimdi; değişimin yoğunlaşması anlamında şiirselliğin veri olduğu veya şairin yaratıcı arzusuna yabancı güçlerin ve anlık durumların billurlaşarak görünür hale geldiği an şiirselliğin içindeyizdir. Şair etken veya edilgen, uyanık veya uyku halinde şiirsel akımı yönlendirerek onu dönüştüren bir aracı olduğunda ise karşımıza çıkan bütünüyle farklı bir şeydir: Bir yapıt. Şiir bir yapıttır. Şiirsel eylem, insan ürününde toplanır, bütünleşir ve tüm diğer şeylerden ayrılır: Bİr tablo, bir şarkı, bir trajedi. Şiirsellik, şiirsel eyleminin içinde henüz biçimlenmemiş bir durumdur, dimdik yükselir ve şiir işte orada yaratılır.

Bir Seni Sevdim

Bir seni sevdim,
Bahar yağmuru sıcaklığı vardı bakışlarında
Sonsuzluğun derinliklerinde
Kaybolmak vardı...
Ellerin değdiğinde ellerime
Erimek,yok olmak vardı.
Bütün saatler durur
Bütün limanlar boşalır
Bütün kuşlar dallarda
Tatlı nağmeler söylerdi.
Sendin soluduğum hava
İçtiğim su
Gördüğüm rüya
Ne yana baksam
Dünya seninle dolardı....
Bir gülüşün vardı
Bütün viranelerde
Pembe güller açardı.
Şimdi uzaklardasın
Ellerin ,gözlerin,gülüşün uzaklarda
Şimdi yağmurlar soğuk yağıyor
Şimdi baykuşlar
Hüzzam söylüyor viranelerde...
Her gece adaklar adarım
Ay süzgün seyrederken dallarda
Duyup da feryadımı
Sana demesin diye
Bahar gülüşlerinden
Güneş gitmesin diye...
Bil ki;
Bir seni sevdim...
Bir seni sevdim
Bir de....
Seni sevdim....Mehmet Taş

BİR KAYISI AĞACI

Ben bir kayısı ağacıyım
Kırşehir'in dinekbağı'ndan.
Küçücük bir ev önünde yaşarım yapayalnız.
Yılda bir çiçek açar,
Yılda bir kayısı veririm,
Avuç içi kadar.
Yaz olur,
Bir kadın silkeler dallarımı,
Bir çocuk yerde bağırır, güler,
Bense hoşnut olurum.
Hem, zaten benim
Ne söğütler gibi nezaketim vardır,
Ne kavaklar gibi gururum.
Ben bir kayısı ağacıyım
Kırşehir'in dinekbağı'ndan.
Dinekbağı'nda üç insan severim,
Bir çocuk,
Bir genç kadın,
Bir genç adam,
Benim kadar sessiz sedasız,
Benim kadar halim selim.
En güzel ay nisan ayı,
Toprak yumuşak yumuşak,
En güzel ay nisan ayı.
Yağmur yağdı, çiçek açtı,
Bir hoş oldu içerim,
En güzel ay nisan ayı.
Kavaklar uzakta upuzun,
Bir sağa, bir sola,
Başı döner kavakların.
Ben bir kayısı ağacı,
Başımda çiçeklerim.
Ben bir kayısı ağacı,
Üç insan severim:
Bir çocuk,
Bir genç kadın,
Bir genç adam.
Çocuğun adı ahmet,
Kadının adı fatma,
Adamın adı ibrahim.
Ahmet küçük ve sarı,
Fatma tombul ve beyaz,
İbrahim uzun ve narin.
Bir tek toprak odaları var üçünün,
Toprak odanın penceresi.
Ben bir kayısı ağacı,
Bazan eğilir bakarım odaya,
Yerde eski bir yatakla yorgan görürüm,
Duvarda bir eski kırık ayna,
Yerde bir eski kilim,
Bir eski hasır.
Bir kayısı ağacı,
Bazan eğilir bakar odaya,
Çiçeklerinden utanır.
Dün gece gaz yakmadılar,
Ayışığında gördüm üçünü.
Üçünün suratı asık.
Önce durup
Zeytin ekmek, taze soğan yediler,
Sonra baktılar birbirlerinin gözüne,
Sonra esnediler.
Gökyüzü bembeyazdı.
Gökyüzü çiçeklerimin renginde.
Gökyüzünde kavaklar.
Fatma uzandı ibrahim'in yanına,
Sağa döndü.
Tombul, beyaz yüzü pencerede,
Gözleri açık durdu sabaha kadar.
Çiçeği en önce kayısı döker.
Ben bir kayısı ağacıyım, döküyorum çiçeklerimi.
Yer beyaz beyaz, başım yeşil yeşil,
Kayısılarım memede.
Haziran gelecek,
Güneş yakacaktır tepemi,
Kayısılarım balla, şekerle dolacaktır.
Ben bir kayısı ağacıyım,
Haziran gelecek,
Avuç içi kadar kayısılarım
Ahmet'in ekmeğine katık olacaktır.
Ben bir kayısı ağacıyım.
Kötü bir düşüncedir almış beni.
Geçti bağları budama zamanı, dedim,
Dedim, İbrahim gene boşta,
Kesildi, dedim,
İbrahim'in yevmiye iki lirası,
Dedim, çarşıda dört döner İbrahim,
Dedim, ekmek parası,
Zeytin parası,
Gaz parası.
Dedim, insanlar
Neden yaşatılmıyor
Ağaçlar kadar olsun?
Ben bir kayısı ağacı.
Fatma'nın, İbrahim'in, Ahmet'in
Yumurtası, şekeri, eti.
Gittikçe artmakta kederim.
Günlerden pazartesi.
Gene geldi, elinde çanta, o şişman adam.
Şişman adam bir düşman gibi beni seyreder,
Ben şişman adamı bir düşman gibi seyrederim.
Durmuş İbrahim kapıda,
Yüzü dalgın ve sinirli,
Bakıyor eli çantalı şişman adama.
Şişman adam uzattı gövdeme elini,
Pencereden korkmuş kuzular gibi baktı Ahmet,
Büktü boynunu kuzular gibi.
Ben bir kayısı ağacı,
Gövdemde sarı kâğıt.
Yol parasını verememiş İbrahim,
Verilmiş haciz kararı.
Yapmayın, dedim,
Yılda bir çiçek açarım, dedim.
Etmeyin, dedim,
Ekmeğe katık oluyor kayısılarım, dedim.
Bir öğle vakti baktım,
Kavaklar uzakta upuzun,
Bir sağa, bir sola.
Ben kışlık odun,
Altı lira... A.Kadir Bilgin

AKLI İPE ÇEKMELİ

Karasevdalılara
Su sesi dinletilmeli
Gül bahçesini gezmeli
Deli gülmeli eğlenmeli diyorlar
Bilemiyorum bütün bunları
Ey yar.
Bildiğim bir başka şey var
Gece gündüz yalvar yakar
Baş çarptığın kayalıklar
Zincir sürdüğün ovalara kadar.
Sen de bilirsin
Deli aklı ipe çekmeli
Ve mantık ölmeli sevgili
Beni soğuk bodrumlara zincirlemeli. Abdülhekim Koçin

DÜN GECE SARHOŞTUM

Dün gece sarhoştum Hakim Bey
Dün gece sırılsıklam sarhoş
Kaybolmuş ümitleri arıyordum
Bulamadım Hakim Bey, bulamadım.
Benim bir sevdiğim var tapasıya
Saçları buğday sarısından,
Gözleri mavilerin en güzelinden.
Dün gece sarhoştum Hakim Bey
Terkedilmişliğim, unutulmuşluğumdu
Kirpik uçlarımdan damlayan.
Evlerinin önü deniz bucaksız
Yakamozlara daha da parıltı verir sesi
Sen onu tanımazsın Hakim Bey,
Serçeye benzer yürümesi.
Dün gece sarhoştum
İnkar etmiyorum kapısında bekledim sabaha dek
Ellerinin güzelliğinden bahsettim
Kendi kendime.
Ve türküler söyledim doyumsuz gözlerine.
Duyunca bu halimi
Beni o da ayıplayacak
Kimbilir bundan böyle
Sarmaşıklı balkona çıkmayacak.
Dün gece sarhoştum Hakim Bey,
Yitirilmiş sevdamı arıyordum
Bütün rüyalarım yarım,
Bütün ümitlerim yıldızlarca uzak
İnsan sevince böyle sevmemeli
Ve terkedilince
Böylesine kahretmemeli
Dün gece sarhoştum Hakim Bey,
Dün gece sırılsıklam sarhoş... Berran Erol
SERVET SELVİ
 
Editör: TE Bilisim