Şiir dili eleştirisinin sınırları bizim için önemli bir başlangıç. Eğer modernist şiir karşısında belirli bir hayıflanma söz konusuysa, şiir dili söz konusu olunca Eliot hemen karşımızda beliriverir. 'Sheakspeare'in mi yoksa Dante'nin mi dili daha üstündür?' diye soru sormanın niyetini yargılayarak, bu iki şair arasındaki farkı anlatmaktan çekinmez. Dante’nin anlaşılır bir dil kullanmasını, Avrupa'nın bir bütün olduğu zaman yazmış olmasından kaynaklandığını vurgular. Dante'nin kendi gördüğünü bize de göstermek istemesinden dolayı eserlerinde sade bir dil, çok az benzetme, alegori kullandığını belirtir.

Shakspeare'nin dilinin ise sone ve tiyatrolarında imaya dönük olduğuna, bu imanın dilin eğretilme ile benzemesine yol açtığına işaret eder. Bu iki şairin ölümünden bir hayli zaman geçmesine karşın Eliot'un dil konusuna bu eksende eğilmesini garipsememek gerekir. Bu eğilimin nedeni 'dil'in şiir için vazgeçilmez olması kadar şiirin bir dil işi olduğunu da kavramış olmasında yatar. Eliot'un dil konusuna bakışı, 'iyi ve kötü'yü kutuplaştırmanın dışında bir alana işaret etmesinden dolayı bugün de önemini koruyor. Shakspeare ve Dante'nin kullandıkları dilin farklılığında, yaşadıkları toplumla kurdukları ilişki, toplumsal hiyeraşi belirleyicidir. Dante'nin anlaşılır bir dil kullanması bana daha yakun durur. Çünkü büyük bir hayat deneyimini okuruna başarıyla aktarabildiği için bugün de canlılığını korur.

Modernist şairlerin birçoğu; hıçınlığını, kaygısını şiirinde dile getirirken gerçekliğin taklit edilmesini yadsımıştı. Willam Blake gibi romantik şairlerden devraldıkları dili, günümüze aktarmada başarılı oldukları tartışılmaz. Bu şairler, modernizmin hızlı değişimi ile yaşadıkları sorunlardan dolayı, şiirin merkezine modernizmin vadettiği özgürlük kaşısında 'hayal kırıklığı yaşayan birey'i koymuşlardı. Bu büyük şairler, yaşadıkları dönemde alt-üst olan dünyayı anlatmak için şiirlerindeki dil öne çıkar. Dertleri büyük olan bu şairler, dili bir araç olarak kullnamışlardır. Bu yönelim bir duyarlılık olarak algılanmalıdır.

Dil, şair için 'öz-yaratım edimi' olarak görüldü. Gerçekliğin, dil aracılığıyla temsil edilmesi düşüncesinden vazgeçildi. Fantazi ve soyut kurgu şiirin kendisi ve vazgeçilmez dayanağı olarak kabul edildi. Oysa şiir söz, ses ve imge oyunlarına gömülmeden yalın yazılabilir. Yeri gelmişken şunu belirtmeliym: Bir şiir için önemli ve öncelikli olan 'şiir' olmasıdır. Modern şiir, büyük ölçüde bu kaygıyla yaşadı, var oldu. Büyük hayat deneyiminiz olsa dahi şiir yazmayı bilmiyorsanız, estetik kurallardan haberdar değilseniz, yazdıklarınız şiir olmuyor.

Bir Rüzgar Eser Yükselirim

‘Bir zamanlar…’ diyorlar; bilmiyorum ne zamanlar.
Belki Kalû Bela, belki cennetten kovulduğum zamanlar.
Yasak elmayı ben yedim Tanrım.
Ya günâh için varım, ya da âh.
Bir tenim, candan mahrûm.
Ruhum ediyor bana tamah.
 
Bırakıp gidilen gibiyim, unutulan gibi.
Kehf’in Ashâbı’ndan; zamanın terk ettiği.
Yüzyıllarca uyudum; uyandım Tanrım.
Ya düşler için varım, ya yalanlar.
Bir gâfilim, kendimden mahrûm.
Başım aklımı âzad kılar, bırakır; yola salar.
 
Meylettim de yasa düştüm, sevdâya değil.
Mersiyeler dizilir ardımca. Yuğlar, sagular; Afrâsiyâb’a ağlanır gibi.
Öldüm ve yine cansız; dirildim Tanrım.
Ya cennet için varım, ya cehennem.
Verimsiz bir toprağım, sudan mahrûm.
Çürümüş kemiklerden ibaretim, ne elem!
 
Gündüzü terk ettim, o da beni.
Karanlığım, soğuğum. Ve ürkütücü.
Lût’un kavmini bende helâk ettin Tanrım.
Ya lânetler için varım, ya şafaklar.
Bir geceyim, cesaretten mahrûm.
Firâvun duaya benimle başlar.
 
Harâmım, yasaklandım, lânetlendim.
Gecede gizliyim, belki de Hayyâm’ın şarap kadehinde.
Cehenneme giden yol benim Tanrım.
Ya isyân için varım, ya yanmak için ateşlerde.
Bir günahım, cennetin kapısından mahrûm.
Kâfi gelir mi kırk tas; kırk sevâp, kırk günde.
 
Karalandım sayfalarca, hiç silinmeden.
Biriktirdim bütün zıtlıkları; iyiyi, kötüyü; akı, karayı.
Sana adanmalıydım ben Tanrım.
Ya sevmek için varım, ya bir nefes.
Bir ömürüm, yaşanmaktan mahrûm.
Bitsem ve yansam, yansam ateşlerde diyor bir ses.
 
Kâğıtlara yazıldım, kazındım, ezberlendim.
Yusuf kuyuda benle nîdâ etti, Yunus balığın karnında.
Annemin yüreğindeki benim Tanrım.
Ya hayır için varım, ya şer.
Bir duâyım, iman dolu yürekten mahrûm.
Bir rüzgâr eser, yükselirim, ârşa yükselenlerle beraber… Betül Gülden Korkmaz
 
Uyan Hadi
 

Hadi uyan
Gün ışığı çilemeye başladı başucunda
Denizler bir mavilik edindi günden
Seher yeline uyup kuşlar yerinden uçtu
Bu türküyü dinlemeyecek misin?
 
Hadi uyan
Aydınlığa çık da çil gözlerin ışısın
İlkyazlar sıcağı biriksin yüreğine
Yoksul olsan da uyan
Garip olsan da uyan
Madem ki güzelsin,güzeli yaşatmak için
Madem ki iyisin,iyiyi yaşatmak için
Madem ki umutlusun,umudu yaşatmak için
 
Hadi uyan
Denizi dinle, yaşamak desin
Toprağı dinle,barışmak desin
Göğü dinle,sevişmek desin
Bir plak konmuş gibi gramofona
İşte aşk,işte özlem,işte savaşmak gücü
Uyan diyor, uyansana
 
Hadi uyan
Sevdiğim uyan
Ne olur uyan! Metin Eloğlu
 
Güneşin Arka Sokağı
 
Sokaklar arasında sıkışmış gece gibiyim,
Bir yerlerde günüme ulaşacağım;
Biliyorum.
O yüzden güneşin arka sokağında bile
Yarınıma yürüyorum.
Dolunayın arka bahçesinde adımladım
Umutlarımı.
Yalın ayak, başı dikti gururumun,
Karanlığa teslimiyeti yoktu onurumun.
 
Aşklarımın arasından bir yol geçiyordu,
Ömrümün bu uzun ve bu dar nefeslerinde.
Soluklanmalıydım bir gönülde,
Yudum yudum içmeliydim hasretlerimi,
Yıldızlara ayaklarımı uzatıp
Dinlendirmeliydim dünümü.
 
Anılarımı bıraktım bir önceki köşede!
Yarınımın prangalarına mahkumiyete giderken,
Umursamıyorum arkamda bıraktığımı.
Aşkı yaşamaya gidiyorum,
Sana gidiyorum sevgilim.
Güneşin arka sokağında bekle beni,
Karanlığımın öbür yarısından çıkıp geliyorum;
Olduğumca, yaşayabileceğimle,
Bir kibrit kutusunda geçmişi yakıp geliyorum.
 
Güneşin karanlık yerinden bakalım dünyaya,
Aydınlığımız, bakışlarımız olsun;
Sıcaklığımız titrek bedenlerimiz olsun,
Sevdamız! Sevdamız sadece bizim olsun.
Senin diğer yarın olmaya,
Senin yarının olmaya geliyorum sevgili.
Bekle beni güneşin arka sokağında.
Ben sana geliyorum… Dilek Kadıoğlu
 
Yokluğunun Rengi Beyaz
 
gelişini bana yaz diyordun ya...
ellerim buz, tenimde ayaz
neye değsem,
nereye gitsem yokluğun beyaz
uzun sürdü yüreğimdeki kış
uzatsam ellerimi, eski bir otel odasından
sesimi bulabilir misin
bunca eskitilmişliğin arasından
çarşaflara seriyorum sensizliği,
sürahideki su kadar eskimiş ayrılığımız
dönüşsüz gitmeler iklimindeyiz
nedensiz bu ağlamalar
 
zaman,
yokluğunu büyütüyor,
kapanmamış bir yara da...
yorulmuş bir güneş gibi gözlerin
kirpiklerinde şarapsı sarhoşluk
bakmasam düşecekler,
ıslak bir ikindi vaktine sorgusuz
ince bir ney sesi gönül hânemde
bardaklara dolduruyorum sensizliği
rengi... beyaz. Tayfun IŞILDAR
 
Yeni Bir sayfada Sana Bakmak
 
her şey yapılabilir bir beyaz kağıtla
uçak örneğin, uçurtma mesela
altına konulabilir bir ayağı ötekinden
kısa olduğu için sallanan bir masanın
veya şiir yazılabilir
süresi ötekilerden kısa
bir ömür üzerine.
 
bir beyaz kağıda her şey yazılabilir
senin dışında
güzelliğine benzetme bulmak zor
sen iyisi mi sana benzemeye çalışan
her şeyden
bir gülden, bir ilk, bir sonbahardan sor
belki tabiattadır çaresi
senin bir çiçeğe bu kadar benzemenin
ve benim bilinci nasırlı bir bahçıvan çaresizliğim
anlarım bitkiden filan ama anlatamam
toprağın güneşle konuşmasını
sana çok benzeyen bir çiçek yoluyla
 
sen bana ışık ver yeter, bende filiz çok
köklerim içimde gizlidir
gelen, giden, açan, soran, bere, budak yok
bir şiir istersin “içinde benzetmeler olan”
kusura bakma sevgilim
heybemde sana benzeyecek kadar
güzel bir şey yok
 
uzun bir yoldan gelen
tedariksiz katıksız bir yolcuyum
yaralı, yarasız sevdalardan geçtim
koynumda bir beyaz kağıt boşluğu
her şeyi anlattım
olan, olmayan, acıtan, sancıtan
bilsem ki sana varmak içindi
bütün mola sancıları
bütün stabilize arkadaşlıklar
daha hızlı koşardım
severadım gelirdim
gözlerinin mercan maviliğine
 
sana bakmak, suya bakmaktır
sana bakmak bir mucizeyi anlamaktır
sağa sola bakmadan yürüdüğüm yollar tanıktır
aşk sorgusunda şahanem
yalnız kelepçeler sanıktır
ne yazsam olmuyor
çünkü bilenler hatırlar
hem yapılmış hem yapma çiçek satanlar
bahçıvanlar değil tüccarlardır
sen öyle göz, sen öyle toprak ve güneş ortaklığı
sen teninde cennet kayganlığı iken
sana şiir yazmak ahmaklıktır
 
bir tek söz kalır dişlerimin arasından
ben sana gülüm derim
gülün ömrü uzamaya başlar
 
verdiğim bütün sözler
sende kalsın isterim
ben sana gülüm derim
gül sana benzediği için ölümsüz
yazdığım bütün şiirler
sana başlayan bir kitap için önsöz
 
sana bakmak
bir beyaz kağıda bakmaktır
her şey olmaya hazır
sana bakmak suya bakmaktır
gördüğün suretten utanmak
sana bakmak bütün rastlantıları reddedip
bir mucizeyi anlamaktır
sana bakmak Allah’a inanmaktır… Yılmaz Erdoğan
 
Ayrıkotu
 

ayazın hüzün gözüdür, güneş vuran pencere
perdesi gardiyandır, o an şiire tutsak özün
kalemi tutan eli yetim gölgesi
Borodin’in Poloveç Dansı erketesinde
kalem kelamla halay çekiyor kağıt üstünde
imgenin havasıyla ağırlaşan odası
sözcüklere yataklık eden
işbirlikçisidir şiir eyleminin
 
şiire nöbetteyken
parola sormadan
heceleri sınırdan geçiren
şiirin vicdaniredçi askeridir şair;
sevdayla beyni yıkanmış, felsefeyle kandırılmış
iflah olmaz bir düş seyyarı
güncelin zabıtasından kaçan
 
ve şiir bin atlı sözcüklerle işgal eder dünyayı
esiri şair, ganimeti bir duygu garabeti
 
ahşap bir suç mahalli üzerinde
boş duran bir kağıdın hasretini bilen
kınından çekilmiş bir kalemden güzeli var mı?
faili meşhur dizelerle iğfal edilmiş beyaz kağıdı
şiirle kirlettiği için; helalim, namusum diyen
haremine katan o şiir ülkesinin efendisi
kalemle kağıdın hayli meşru çocuğunu
doğmamış yazarlar adına evlat edinendir şair.
imgenin dar sokaklarında
yalnız bir metafor dilencisi
ıslığında bir Fado’nun hüzünlü ezgisi
kimsesiz şiirler için imza topluyor sokak lambalarından
 
o sokaklar ki dostlarını barındırır:
fahişeler aşk cephesinin ön saf lejyonerleri
serseriler hodbin kaldırımların gerçek sahipleri
köpekler ve kediler iyi bir şiir arar çöpler içinde
üst üste yığılan hecelerin karanlığında
güneş olmaya yüz tutmuş bir şiirden güzeli var mı?
hepsi dostudur şairin
geri kalan
şiir ülkesinin haymatlosları sıcak eviçlerinde
 
ezcümle şiirde bahsi geçen şair
ve şair değildir şu an kalemi savuran
şiirin sevdalısı
pencereden bakan
bir ayrıkotu
“geri kalan” içinde… Bülent TOP
 
Editör: TE Bilisim