Şiirin en iyisi, en güçlü, en yüce duyguları, heyecanları anlatanı değildir ki... Daha da ileri gidebiliriz ve şiir duyguları, heyecanları anlatmaz, şiirin uyandırdığı duygu, heyecan, yaşamdaki duygu değildir, olsa olsa ona benzer, o kadar, diyebiliriz. İşte bu yüzden de, "Şiirin kaynağı yaşam değildir, gene şiirdir," demişler. Ama "Şiirin kaynağı yaşam mıdır, yoksa gene şiir midir?" sorusu dar tutuldu mu, ortaya iki karşıt anlayış çıkıyor ki, bu iki anlayışın çatışması, verimli bir eylem doğuracağına, bir kısır döngüye gelip dayanmaktadır. Çünkü gerçekte yaşam ile şiir arasında böyle bir karşıtlık yoktur.

Bir ozan, yaşadıklarını olduğu gibi, yaşamadıklarını da birer gereç olarak kullanabilir ve diyelim ki bunların çoğunu da yaşamdan değil, şiirden, şiirlerden öğrenir. Şiirin bu dönemi, biriktirme dönemi diye adlandırılabilir. İşte bundan sonradır ki şiirin kendi dönemine sıra gelir. Orada ozan, yaşamış olsun, yaşamamış olsun, elindeki duygulara, heyecanlara birer düşünce olarak, soğukkanlılıkla bakacak, nerede ise bir bilim adamı gibi çalışacaktır. Artık bu dönemde, "Elimde duygular, heyecanlar öylesine güçlü ve derin ki şiir yazmaktan beni alıkoyuyorlar," diye düşünmek ancak ozan olmamakla açıklanabilir bir durumdur. İşte genel olarak şiir okurunun ister istemez yabancı olduğu, anlamadığı, belki de anlayamayacağı dönem bu dönemdir, uğraş dönemidir, herkese kapalıdır, giderek büyülü, gizlerle dolu bir çalışma sorunudur bu. Ama bir ozan salt bu dönemin kendine özgü yapısına çokça kapılarak, şiirin okura bütün bütün yabancı olduğu kanısına çokça varırsa, bence yanılır. Çünkü böylece yalnız ilk dönemi görmezlikten gelmiş olmakla kalmaz, benim üçüncü dönem olarak adlandırmak istediğim, şiirin yeniden okura, yaşama dönüşü dönemini de yadsımış, yok saymış olur.

Gerçekte ozanın işi, bir bilim adamı gibi çalışıp yarattığı dönemde bitmiş değildir; şiirin tamamlanması, onun yeniden yaşama dönmesi ile olur. İşte artık bu dönemde, ya da bu dönem yüzünden ozan, toplumsal ödevinin bilinci sorunu ile karşı karşıya gelir. Bunun gibi, şiirin kendine özgü tekniklerine, salt anlaşılmak için boş vermek, şiiri yaşanmış duygular ve heyecanlarla çırılçıplak bırakmak, kimi ozanlarca sanılıyor ki, okurla yakınlık kurmanın, tek yoludur. Oysa bir şiirin kolaylığı, aykırı görünse de, zorluğundan doğar; başka bir deyişle, okurun bilemeyeceği, bilmesi gerekli de olmayan birtakım uğraş güçlükleri, ancak ozanın ustalığı ile yenilebilir ve böylece şiir, neredeyse damıtılmış olarak okura sunulur. Ama bu güçlükler, ne küçümsenmeli, ne de gereğinden çok çapraşık sayılmalıdır. Bunun ölçüsünü, ozan, kendi başına bulacaktır… Melih Cevdet Anday

Öpüş Tadında

Bir şiir
Tek bir şiir yazmalıyım
Uyağı rüzgâr olan
Yağmura bürünmüş soluğu
Bir gün
Tek bir gün kalmalı
Benden kalacaksa geriye
Bir öpüş tadı dudağımda
Ve bir öpüş tadında
Olmalı o şiir de… Ahmet UYSAL

Liseli Kız

Benim de bir zamanlar sevdiğim vardı
Beyaz dantel yakalı liseli bir kız.
Bağlarda, bahçelerde, yaylalarda yeşeren
Al karanfiller gibiydi aşkımız...
 
Gülünce içimde rengârenk güzel,
Güller açılırdı iri.
Hani bilirsiniz ya yıldızsız siyah
Geceler gibiydi gözleri.
 
Bir mermer çeşmeden akan su gibi,
Geçip gidiyordu günlerimiz.
Biz bize yaşıyorduk kendi kaderimizi
Bütün yaratıklardan habersiz.
Ve yuvada bekleşen sabırsız, küçük
Serçeler gibiydik ikimiz.
 
Gözleri konuşurdu susunca, mahzun:
'Seni seviyorum' derdi.
Sevdadan, gurbetten, hasretten yana
Sıcak türküler söylerdi...
 
Üstelik bir ceylan gibi sebepsiz
Ürkek halleri vardı.
Ayrılık deyince oturup sessiz
Çocuklar gibi ağlardı.
 
Bilmiyorum şimdi kaç yıl, kaç mevsim
İçli mektuplar yazdık.
Bazen yan yana yürür, beraber otururduk
Ama konuşamazdık.
 
Ben görmedim şimdi öyle diyorlar
Büyümüş artık liseli kız, gelin olmuş...
Unuttum her şeyi diyormuş
Ve her gece rüyâsını nur topu kadar güzel
Sarışın çocukları süslüyormuş.
 
Görsem çocuklarını şimdi diyorum
Bakamam yüzlerine çaresiz
Bana bakar çocuklar sessiz.
Çocukları gözlerinden tanırım
Biliyorum, hiç birşey bilmezler ama
Bakamam, utanırım… Yavuz Bülent Bakiler

Üzüm Yeşili

Gel benim üzüm yeşilim
Yandaki zeytine gidelim
Gel benim üzüm yeşilim
Çam agacina gidelim
Zeytinin rüzgari tir tir
Çam agacininki pir pir
Benimki oldum olasi delidir
Gel benim üzüm yeşilim
Nar agacina gidelim
Gel benim üzüm yeşilim
Trabzon üzümüne gidelim
Gel benim üzüm yeşilim
Yeşillerin gönüllüsü
Yeşillerin durucusu
Haydi bakkala gidelim
Bir kilo üzüm alalim
Torba kagidina girmeden
Yürü çeşmeyi boylayalim
Yikansin üzüm yeşilim
Sonra salkim almali
Çarşinin içine dalmali
"Var mi" "Var mi" diye sormali.
Üzümün böyle derlisi
Yeşilin böyle toplusu.
Gel benim üzüm yeşilim
Haydi maviye gidelim
Biz degmesek
Mavi küser
Mavi bizsiz ne halteder
Gel benim üzüm yeşilim
Yeşillerin en nazlisi
Sen üzümün yeşilisin
Üzüm olman şart degil
Bir çok dallara konarsin
Hatir sualler sorarsin
Gel benim üzüm yeşilim
Seninle Bedros'a gidelim… Bedri Rahmi Eyüboğlu

Artık Kalbim Yok!

artık kalbim yok ağladığımda sana
düşündüğümde seni artık kalbim yok
seni anlatırken birilerine, atmıyor kalbim
atmıyor kalbim seni gördüğümde rüyalarımda
istediğin gibi yaptım; artık kalbim yok !
küçük bir velede verdim onu, oyuncak niyetine
fırlattım attım doyursun karnını diye bir sokak
köpeğine
suda sektirdim bir kiremit parçası gibi
ve bekledim batmasını
bekledim batmasını yanan bir gemi
nasıl ağlayarak denize dökülürse
 
istediğin gibi yaptım; artık kalbim yok!
artık kalbim yok baktığımda eski resimlere
özlediğimde seni
arta kalmış bir kalbim yok!
YOK!...Küçük İskender

Aşık Olayım Da Gör
 
Sana bir âşık olayım da gör
Bir gönül düşüreyim
Renkten renge gireyim
Köprüleri ateşe vereyim
Sana bir âşık olayım da gör!
 
Ben, âşık olunca fena olurum
Bir acayip hal alırım
Deli-divane olurum
Kimse tutamaz beni
Sevdiğim unutamaz beni
Sana bir âşık olayım da gör!
 
Ben, âşık olunca böyle olurum işte
Dalgın, düşünceli, hüzünlü...
Telefon direkleri yıkılır uğultumdan!..
Ve sonra neşe kaynağı, çekintisiz
Silerim yılları gepegenç olurum.
Gerekirse uğruna felç olurum
Sana bir âşık olayım da gör!Tahir Kutsi Makal

Geçen Zaman

Hiç olmazsa unutmamak isterdim.
Eski geceler, sevdiklerimle dolu odalar...
Yalniz birakmayin beni hatiralar.
Az yanimda kal çocuklugum,
Temiz yürekli uysal çocuklugum...
Ah, ümit dolu gençligim,
Ilk şiirim, ilk arkadaşim, ilk sevgim...
-Dogdugum ev. Rahatliyacak içim duysam
Bir tek kapinin sesini.
Ariyorum aklimda bir ninni bestesini...
Böyle uzaklasmayin benden, yasâdigim günler.
Güneş, getir bir bayram sabahini.
Açilin açilin tekrar
Çocuk dizlerimdeki yaralar,
Hepiniz benimsiniz:
Mektebim, siniflarim, oturdugum siralar...
Yalniz hatirlamak hatirlamak istiyorum
Nerde kaldi sevgilim, seni ilk öptügüm gün,
Rengine doymadigim o sema,
Ahengine kanmadigim irmak.
Birakip herşeyi nereye gidiyorum?
Neler geçmişti aklimdan,
Nedendi agladigim, nedendi güldügüm?
Ah nasildi yaşamak? Ziya Osman Saba

Babanız Geldi Çocuklar
 
Bakmayın bana öyle!..
Hamalsam ne çıkar,
Onurluyum ya öyle değil mi?
Yüzüm gülüyor ağlasa da içim
Hoş kolay olmadı alışmak acılara
Ne ucu görünmez dağlar yükselir içimde
Etekleri yüreğime basar
Dorukları duman, kar...
Hüznün yamaçlarında kaybolsam da
Soylu bir sevda patikalara çeker beni
Çocukluğumu bulurum acılarda
Masum bir hülyaya dalar giderim
Yüzüm gülüyor ağlasa da içim
Bir tebessümden ne çıkar demeyin...
Her ne kadar Mecnun'u oynasam da çöllerde
İçin için Leyla'ya imrenirim
Üzülmeyin çocuklar ağlamayın
söz; bir gün erken gelirim!..Fazıl İbaokurgil

Martı

Kanatları,
lacivert denizlerin yansımasıyla
maviye çalan
ürkek bir martı gibisin.
Dünyanın en ürkek,
dünyanın en hassas,
dünyanın en tatlı martısı.
 
Her kanat çırpışında usulca
uzaklaşıyor,
uzaklaşıyorsun sevdiklerinden
süzülerek.
Sen süzülüyorsun,
gözlerimden yaşlar süzülüyor.
Gözlerimden yaşlar süzülüyor
denizlerin maviliğine,
gözlerimden yaşlar süzülüyor
sana ağlayan yüreğime.
 
Her kanat çırpışında
uzaklaşıyorsun
uzaklaşıyorsun ama,
sen kanatlarnı çırparken
senle çırpınan
sevda dolu yüreğime
hüzünlü akşamlardan kalan bir hisle
daha da,
daha da
yaklaşıyor,
yaklaşıyorsun... Dr. Arif Ali Albayrak
SERVET SELVİ
Editör: TE Bilisim