Aklın, fikrin, tefekkürün vecdiyle yıkanmış, yüklenmiş bu duru dilin estetik yapısı ve ifade kudreti, özellikle Dinî - Tasavvufî Halk Şiiri ile Dede Korkut Hikâyelerinde bütün haşmetiyle Edebiyat Tarihine mührünü basar. Türkçe olmadan Türk İslâm kültür ve medeniyeti, edebî dil olmadan da Türk Edebiyatı düşünülemez, yaşanılamaz, yaşatılamaz. Namık Kemal’in: “Lisan-ı Osmanî’nin edebiyatı hakkında bazı mülâhazatı şâmildir” başlıklı makalesinde ileri sürdüğü: “Dil edebiyatın temelidir, edebiyat ise bir milletin ruhudur.” şeklindeki tezi de bize aynı pencereden ışık tutmaktadır.
Şiirin dili; sosyal hayatta kullandığımız, bünyesinde hukuk dili, argo dili, ticaret dili, resmî dil, dinî dil gibi dilleri barındıran “günlük dil” değildir. Bu dil; fen ve sosyal bilim alanlarında fikir, bilgi, buluş, icat ve bu sahadaki yorumlarımızı ihtiva eden “ilim dili” de değildir. Şiirin dili edebî dil içinde, nazma dayalı; düz yazıdan farklı bir gramer yapısı olan; anlam, çağrışım, duygu ve ses değeri taşıyan kelimelerle kurulan mısra yapısı ve dil hassasiyetine sahip; bünyesinde ahenk unsurları taşıyan; başka bir dile çevrilemeyen ve kapalı hususiyetleri olan bir üst dildir. İşte bu haddeden geçmiş Türkçe sayesinde aşklarımız duyulur, yaşanır, yaşatılır; umutlarımız okunur, okutulur; heyecanlarımız, hasretlerimiz terennüm edilir… Bu dil, millî ve manevî güzelliklerle, kalıcı değerlerlerle kaynaşır, bütünleşir milletin ma’şeri vicdanında büyüyüp vatan olur; geleceğe yön veren bir ideal olur.
Milletin maddî, manevî ihtiyaçlarından doğan dil, o milletin kültür ve medeniyet anlayışı ve yaşantısıyla büyür, gelişme gösterir ve zenginleşir. Şiirde telmihlerle işaret edilen, ifadesi açıkça mümkün olmayan geniş kapsamlı mânânın, bir mısra içinde şairin dilinden okuyucuya yansıtılması, şiir dilinin başarısıdır. Şiir diline, estetiği ve ifade kudretini sağlayan önemli bir diğer amil de musikidir. Şiirde mânâ ile birlikte yoğrulan vezin, durak, kafiye ve redif ögeleri ile ses tekrarları, şiirde derin bir âhengin doğmasına, kulağı ve gönlü dolduran hoş bir musikinin duyulmasına vesile olur.
Karacaoğlan; tabiat güzellemelerinde Türkçe’nin kıvraklığının, inceliğinin, estetik yapısının bir nevi ispatını yapar. “Frengistan” adıyla adlandırdığı Avrupa’yı gezerken, bu gurbet illerinde, kendi vatanına duyduğu hasreti terennüm eden bir 'koşma'sında dilin, insanın kimliği, mensubiyeti ve hayatı üzerindeki önemine işaret eder.
İndim seyran ettim Frengistan’ı / İlleri var bizim il’e benzemez / Levin tutmuş goncaları açılmış / Gülleri var bizim güle benzemez... Göllerinde kuğuları yüzüşür / Meşesinde sığınları böğrüşür / Güzelleri türkü söyler çığrışır / Dilleri var bizim dile benzemez
diyerek vatana ait güzellikleri aramakla, milletimize ait temel değerleri beğenmekle, özlemekle kalmaz; bu milletin millet olmasındaki esasların varlığına ve önemine de işaret eder. “Gül, gonca, göl, kuğu, meşe , sığın,” her yerde aynı yapı ve görünümlerde olmalarına rağmen, vatan adı verilen coğrafyayı, vatan hâline getiren dil olmadıktan sonra, bunların ortaya koydukları güzellikler velev ki aynı bile olsa insanda, farklı duygu ve düşünceleri çağrıştırması bakımından ona zevk vermez. Dilin olmadığı yerde görülen kültür ve san’atın, hattâ medeniyet kolaylığının insana huzur vermeyeceğini, yaşanılan hayattan da zevk alınmayacağını çarpıcı bir dille ifade eden Karacaoğlan; insanın ancak kendi dilini kullanmakla ve kendi vatanında yaşamakla mutlu olacağı hakikatini ortaya koyar.  Millî şairimiz Mehmet Akif, Fatih Kürsüsü’nde lisanın bir millî vakarının olduğunu; bunun bozulmasıyla dilin yaşamasının, gelişmesinin ve yükselmesinin mümkün olamayacağını, bozulan kılığımız, kıyafetimiz gibi lisanın da millîliğe dayanan yapı ve fonksiyonlarını tamamen kaybedeceği hakikatine eğilerek Türkçe’mize, bu millî dile sahip çıkılmasını ister.
 
Hüsran Sokağı
 
Sonunda ketum bir tarihe göçebe oldum
Adressiz kaldım bu yüzden bir rüzgâr gibi
Takıldım hiç büyümemiş bir çocuğun ardına
Vizem yok kimliğim sahte yollar mayın döşeli
 
Bir ömürde kaç sokak izi kalır geriye
Saçlarımın ıslaklığından anlıyorum
Orda bir çocukluğun yağmuruna varılır
Karpuz kokusu uğurlar sizi görmezsiniz
Her sokak aslında bir patikadır
 
Yüzümde bir yama gibi duruyor zaman
Bütün aşkların kan grubu aynı olsa da
Ayrıdır çıkmazları son sözleri farklı
Gözlerinin rengine uymaz intiharları
 
Zaten hep gönüllüydü yanlışı yazgısına bulaştı
Küçük sevinçlerin büyük kederlerin sahibi
Güneşsiz bir gölge kansız bir yara oldu
Hüsran sokağında bir aşk daha vurdu kendini… A.Hicri İzgören
 
A...
 
Geceler kurşun gibi iner üstüme birden
Hayalin çıkıp gelir uzaklardan karşıma
Sonra yüreğimi bir kara sevda tutar
Ama sen duymazsın duyduğumu A...
 
Ne bir türkü söylersin gizlice ağlayarak
Ne bir akşam içinde bir yara göz göz açar.
Ne efkar basar seni akşamları ansızın
Ne uykuların kaçar.
 
Konuşsam bir türlü, sussam bir türlü
Yıllar yılı yüreğimde büyüyen sırsın
Bir sigara dumanına uzanır gibi usulca
Dokunsam saçlarına, kırılırsın.
 
Kaçtım şehir şehir çok uzaklara
Boşuna gurbet acısı tattım.
Oyalandım durdum seni unutmak için
Kendimi boşuna aldattım.
 
Anladım faydası yok uzak kalmanın artık
Seni kader çizgisiyle alnıma yazan haktır.
Unutmak ne mümkün gözlerinin rengini,
Seni çılgın gibi sevmek yaşamaktır.
 
Bir serin rüzgarsın yüzüme vuran
Yüreğimi yakan bir avuç korsun.
Gökler biliyor sevdamı, taş duvarlar biliyor
Sen bilmiyorsun… Yavuz Bülent Bakiler
 
Beyaza Dönsün Diye Devran
 
Yanlış susuyorsun - gözlerin ağıt -
maviye bak.
Bir bugün mü, başında bunca bela.
Hatırla,
bulut değildi, umut hiç değil
üstümüze abanan - isli duman.
Biz ki milattan önce, milattan sonra
acı kara yıllar devşirdik sabırla
beyaza dönsün diye devran.
Kimi zaman bir çığlıkla çıktık, çığ altından
bir çığlıkla yıktık surları kimi zaman.
Biz ki nice tuzaklardan, sunaklardan
korlardan, korsanlardan kurtulan kurban.
Yanlış susuyorsun - gözlerin ağıt -
maviye bak.
Sesin gökyüzüne akan ulu bir çavlan
susma, zamanın durağı yok.
yok tarihin molası.
Bırak sesin gökyüzüne aksın, yıkasın yıldızları.
Kapama şarkını, şarkını kapama
durma öyle kendine uzak.
Yanlış susuyorsun - gözlerin ağıt -
maviye bak.
Değer kıyımlarına en soylu yanıt
şarkıyla güneşe köprü kurmak… Türkan İldeniz
 
Yunus Emre'ye
 
Hakikat aşkına ermek diledim,
"Hayret şarabından iç" dedin bana.
Senden duyduğumu sana söyledim,
"Bu kuru sözlerden geç" dedin bana.
 
Varlığı, yokluğu sordum özüne,
Sustun, bir damla yaş geldi gözüne.
Ölüm nedir dedim bakıp yüzüne
Yüzüme bakıp da "Hiç" dedin bana.
 
Bağrımda yadını dağlıyorum, bak.
Ben de senin gibi ağlıyorum, bak.
Eriyip izinde çağlıyorum, bek.
"Eğil göz yaşından iç" dedin bana… Hasan Ali Yücel
 
Kentin Gözyaşları

 
Martın ilk damlaları düştü
Güneşin vedasında bir bayram günü
Yağmur altında mendil satıyordu bir çocuk dilenmemek için
Ve kendini kaybetmişti bir genç kız bilmediği sokaklarda
 
"son sefer, kalkıyor" diye bağırıyordu kahya avaz avaz,
Bir kadın kocasının kolunda engin hayellerle adımını atıyordu vapura
Vapur köprü, vapur nefes,
Vapur bir ekmek lokması oluyordu dingin sularda
Ve kendini kaybetmişti bir genç kız bilmediği sokaklarda
 
Simidin yanında peynir satıyordu seyyar denilen satıcı
Seyyar olmayanlar kadar çok kazanmasada
Yağmura eşdeğer ter akıtıyordu helal lokma için
Oltasına takılırsa karnı doyacaktı balıkçının
Bakla falına inanırsa insanlar gülecekti çingenenin yüzü
Ve kendini kaybetmişti bir genç kız bilmediği sokaklarda
 
Gün kaybolup gece başlayınca
Çirkeflikler kare oluyordu sayıların üstünde
Sarhoş bir sürücüden rüşvet alıyordu yol kenarındaki şişman adam
Altında araba, başında dam, koynunda karı oluyordu çalıp çıpanın
 
Ötelediğimiz duygular vardı yosma kokan kaldırımlarda
Bir tineci çocuk "abi yüz bin liran var mı" derken
Ülke manzarasındaki yerini o da alıyordu hasbel kader
Bedava olan havayı soluyamaz olmuştu bilmediği sokaklarda kaybolan genç kız
 
Eskilerden kim kaldı ki,
Kalan bir kasap hamdi
Onun da dükkanının önünde
Her geçen gün daha da aç yalanıyordu bizim tekir kedi
 
Yağmur en ağlamaklı haliyle düşüyordu kucaklaşırcasına toprağa
Bir şair metelik girmeyen cebini
Sevindirmek istercesine şiirlerini satıyordu
Caddenin kuru kalabalığında
 
Yağmur dinmek üzeyken, güneş parıldayarak gözyaşlarını siliyordu
Kendini kaybeden kız
Aradığı sokağı meteliksiz şairin dizelerinde buluyordu
"Sen ki;
Kendinden kaçarken
Kendine toslayarak bulursun ancak kendini"… Sabriye Kavuncu
 
Yerçekimli Karanfil
 
Biliyor musun az az yaşıyorsun içimde
Oysaki seninle güzel olmak var
Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi
Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda
Midemdi aklımdı şu kadarcık kalıyor.
 
Sen karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte
Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel
O başkası yok mu bir yanındakine veriyor
Derken karanfil elden ele.
 
Görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle
Sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil
Bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk
Birleşiyoruz sessizce… Edip Cansever
 
Hüznün Anlayışı

 
tut ki bir yalnızım ben
tut da kurtulayım bu soğuk bahçeden
hızla geçti günün arzuları
hızla geçti gecenin dinmeyen anıları
sabır taşını ikiye böldüm
geçtim binbir acıdan umuttan
ayışığına muhtacız dedim dinlemediniz
duaya muhtacız selâma muhtacız
muhtacız bahara bahar sabahına
 
tut ki bir yalnızım ben
esintine muhtacım ey ulu rüzgâr
bana bir sır gerek şafak vaktinden
hatırama baş dönmesi
hüznün anlayışını isterim
ey hüzün anlayışını isterim
badısabanın sabahla dostluğunu
badısabanın sabahla savaşını isterim
ey badısaba ekmeğini aşını isterim
isterim hızla geçen arzuyu
bu dansın çağrısı beni bulur beni arar… Ebubekir Eroğlu
SERVET SELVİ

Editör: TE Bilisim