Çalışırken biraz olan göbeğinin rahatsız etmesi sonucu ekmeği bırakmasıyla ilk diyete başlama serüveni oldu babamın. Gözle görülür şekilde kilo vermeye başlamıştı. O kadar diyet yapmama rağmen gram veremeyen ben vardım.Çünkü bu durum zamanla yemeklerin tadının tatsız tuzsuz,lezzetsizbulmasıyla başladı. Önceleri zevk alarak yediği tatların midesini sertleştirdiğini sürekli dile getirmeye başladığında bu durum canımızı sıkmaya başlamıştı.

Babamın bu dönemde iç kanama geçirip rahatladığını bizden saklamaya çalışırken öğrenmiş olduk. Hastaneye gitmeyi reddettiği için zoraki şekilde götürdüğümüz hastanede tahlil üstüne tahlil derken, acı haber en kötü türünün en son evresi: Mide kanseri!

Öyle sinsi, öyle kötü bir hastalık ki, 4. Evreye gelip midesini delene kadar haber vermedi bize içinde yaşadığını. O kocaman heybetli babam nasıl böyle bir hastalığa yakalanırdı ki!

O hiç hasta olmazdı ki!
Sağlık karnesi bomboştu…


Genel cerrahi bölümündeçekilen pet filmi sonrası midesinin etrafında üç bölgeye yayıldığı için ameliyatın mümkün olmadığından onkoloji servisine yönlendirildik.İlk doktorlar 6-8 ay ömür biçmiştiler. Başkalarının hayatlarına ömür biçmek ne kadar kolay oysakionlar için.

6 kür kemoterapiden sonra10 seans radyoterapi ve tekrar 5 kür kemoterapi gördük. Kemoterapi ve radyoterapi sürecince hiç mide bulantısı olmadı ilk haftalar bir şeyler yiyemezdi.  Acılar içinde bile gururundan vazgeçmeyecek türde güçlü adamdı babam. 

Onkoloji doktorumuz 9. ayda kemoterapiyi sonlandırdı. 10. ayda artık yapacak bir şeyin olmadığını ve son zamanlarını evde geçirmesini söylüyorlardı. Ama babamız ölürken ağrılar içinde kıvranırken mantık yürütmek pek kolay olmuyor. Allah kimseyi o duruma düşürmesin.

Hastanelerde onkoloji servisi yetmiyordu. Tıbbı olarak yapılacak bir şey kalmayan hastaları eve gönderiliyordu.  Ağrıları olan, çaresiz olan hasta yakınlarına ne kadar acımasızca söyleniyordu. Yüreğimiz paramparça olmuşken, en iyi nasıl rahat ettirebilirizin peşine düşmüştük. Ağrıları dinsin daha az acı çeksin diye palyatif bakım servisine yatırdık babamızı.

Gözyaşlarımızı içimize akıttığımız, duygularımızı dört mevsim yaşamamıza rağmen babamın varlığı şükredişimiz korku dolu anlarımız mutluluğumuz daha kıymetli oldu. Koskoca 66 gün, palyatif servisi yuvamız olmuştu. Bu esnada babamın iştahsızlığı, bel ağrıları için radyoterapiye ara verilmesi 7. Seansta kalça kemiğine metastaz yapmasıyla kırılmalar gözlemlendiğinden felç durumu olabileceğinden radyoterapiye ara verilirken sol kolunu da kullanamaz oldu.
 
Doktorların hemşirelerin “yapılacak bir şeyin kalmadığını, günlerinin sayılı” sözlerini duymak bizi korkutsa da, diğer hastaların makineye bağlı olması bizim için bir umuttu. Hep ağızdan nefes aldığı için ve 37 gün boyunca midesine bir şey gitmemesi, mamayla beslenmesi dudaklarını çoktan kurutmuş çoktan yara etmişti bile. Ağız bakım setlerindeki nemlendirici kremler, jeller, gargaralarla her beş dakikada bir temizlesem de suyla ıslatsam da fayda etmiyordu.
Ölümcül bir hastalığa tutulmuş babam ve onun ölümünü hiçbir şey yapamadan izlemek zorunda kalan zavallı ailem ve ben…

Acı o kadar büyük ki!

Daha onlarca yıl yaşaması beklenen koca babamız gözümüzün önünde ‘bi deri, bi kemik’ kalmıştı bile. 

Sanırım herkes biliyordu, babamın öleceğini. Belki ailem ve bende. İçten içe anlıyorduk ama konduramıyorduk. Her geçen gün daha çok gülümsemesinden, küçük yaşta kaybettiği Mustafa abisini, sütannesi, annesini babasını olduğu yerden doğrulup merhaba-merhaba dercesine gülüp öpüp el sallayıp yerine yatıyordu.

O yüzündeki mutluluk iki yaşındaki yeğenime olan sevgiyi andırıyordu…

Belli ki onları çok özlemişti.
Ama biz doyamamıştık ki babamıza!


Babam ihlaslı olduğu için ahirettekiler bazı ikramlarda bulunurdu. Mesela; Sağ eliyle sürekli bir şeylere uzanmaya çalışıp alıp yemeye çalışması, alamadığında dişlerini sıkmasıyla yaşadığı üzüntü, aldığında da yaşadığı sevinç yüzündeki mutluluk bize tebessüm verirdi.

“Neye uzanmaya çalışıyorsun baba ya da ne verdiler sana da yiyorsun baba” dediğimizde elma, incir, domates çekirdeği su içiyorum derdi. Ve ölmeden üç gün önce babamın annemle şahit olduğum konuşmasında, babam anneme “üç gün sonra o tarafataşınacağım” Annem, “bizi bırakıp nereye gideceksin Ali? Biz sensiz ne yaparız?” Babam “belli bir süre sonra her şey yoluna girer.”  Ölmeden bir gün önce yine anneme “akşama aşağıya ineceğiz” annem “niye ne var aşağıda” babam “o kadarını karıştırma” ve Songül bana çukur açacaksın sen demesiyle kulağına fısıldanan şehadeti ve kelime tevhidi yanında okunan kuranlara eşlik etmesi hayali abdest alıp art arda namazlarını kılması birçok şey malum olmuştu babama...

Ya da bu tebessümler anıları ziyaret ediyor olması mı?

Son gün elleri avuçlarımızın içinde soluk, griye dönmüş bir cilt, renksiz dudaklar, zayıf, kıvrılmış bir vücut, donuk gözler, rahmetli babaannemin söylemiyle gözlerinin feri gitmişti. Gözlerinde görmeye alışkın olduğumuz parlaklığın yerini soluk bulanık bir şey almış. Yarı açıkgözleriyle gözlerime bakar gibi oldu ve onu çok sevdiğimizi, elimizden geleni yaptığımızı, bizim için çok değerli olduğunu, bizi bırakmamasını söyleyip dualar eşliğinde anlından öptüm. Hiçbir tepki vermedi.Sol gözünden gözyaşları dökülü verdi.
 
Ölüm ne kadar kötü, ne kadar acı verici bilmiyorum. Ama izlemek ve hiçbir şey yapamamak...

En büyük çaresizlik bu bence. Yani öyle bir an geliyor ki, kalbinizi söküp ona vermek istiyorsunuz yaşasın diye. Canı yandığında, nefesi daraldığında, sanki siz de boğuluyorsunuz, hatta onun kadar siz de ölüyorsunuz. Öyle garip, anlaşılmaz bir bağ oluşuyor ki ölümü bekleyen ve ölümü izleyen arasında.

Nefes almadığını fark edince hemşireye koştum.Acının prosedüre karıştığı anlar.  Odayı boşaltırdılar. Ben çıkmadım donuktum sadece gözümden su damlaları akıyordu.
Ölüm tarihi yazılıp ayak başparmaklarına takıldı. 24 Haziran 2018 Pazar günü Saat 18:30 yattığı 505 numaralı oda da babam hakkın rahmetine kavuştu.

Huzurlu görünüyordu. “Huzur içinde yatsın” dedikleri bu olsa gerek. Pazartesi öğlede kılınan cenaze namazının ardından aile mezarlığına babamı annesinin, babasının ve sütannesinin yanına defnettik.

Bunun bizim başımıza geldiğine inanamıyordum.  Ölümün ne canlar yaktığını ne ocaklar söndürdüğünü bilirdikte bilemezdik. Acısını hisseder ama tam olarak anlayamazdık. Meğer yaşayarak öğrenmemiz gerekiyormuş. 

14 ay boyunca direndik ama olmadı. Bir vefatın ardından yapılabilecek en iyi şey onun için her gün dua etmek ve geride kalanlar olarak elimizdekilerle yaşamanın kıymetini bilmek, şükretmek.

Nurlar içinde uyu canım babamız ( Ali Güney )

O günlerde yanımızda olan, yardım eden, mesaj yollayan, arayan, sabırlık dileyen kişilere teşekkürler…

Editör: TE Bilisim