Bir günlüğüm olsaydı, şöyle bir not düşmek isterdim en son sayfasına: Beni başkalarının acısına alıştırma Tanrım!.. Özellikle de savaş ortamlarında öldürülen, sakat bırakılan, türlü korkular, kabuslar yaşatılan masum insanların acısına!.. Sadece onlarla da sınırlı değil dileğim. Savaşları başlatanların, savaş alanlarına sürüklediği gariban gençleri de katıyorum işin içine. Onlara da yazık!.. Akıllarını başlarına toplayıp savaşmaya itiraz etmedikleri için. Savaş alanlarında ölmek ya da öldürülmekten başka seçenekleri kalmadığından. Olumlu hiçbir tarafı yok ki savaşın. İnsanı hedef alır; kötü muameleyi, kan dökmeyi. Savaşırken ölen hayata, öldürense insanlığına, yani kendine yenilir. Bu ikinci şık daha da zor. Savaşta galip gelenin yaşadıkça vicdanına karşı hesabı bitmez. Çünkü yaşadığı ve gördüğü şeyler, insanlık dışıdır. Kan ve vahşet. Her şey nihayetlense de rüyalarının kabusa dönüşmesinin önüne geçemez. Cılız da olsa, içinde bir insanlık kalmışsa özellikle… Savaş, kanla, ölümle beslenmeyi amaç edinenlerin işine yarıyor sadece. Nasıl bir yararsa artık!.. Ülkemizde süregelen savaş da öyle... Bu savaşta, karşılıklı olarak insanlar öldürülüyor her geçen gün. Bizim insanlarımız hepsi. Bu coğrafyada iç içe yaşadığımız, nice paylaşımda bulunduğumuz insanlar. Her iki tarafta ölenlerle ilgili rakamlar sıralanıyor hemen her gün, haber diye. Giderek ikiye, üçe, beşe katlanıyor o rakamlar. İnsandan başka herhangi bir şeyden bahsediliyormuş gibi. On, yirmi ya da kırk elma düşüverdi dalından der gibi bir üslupla. Buna dönüştü yaşananlar. Bu tür acı haberler tekrarlana tekrarlana olacak, olağanlaştırıldı ölüm. Bu konuda tümüyle olmasa da bir kaygı taşıyorum, evet. Yüreğin, beynin, ruhun hiç kabul edemeyeceği şeylere bile alıştırılıyor insan. Bu kez kendi özgür seçimiyle değil, dayatma yoluyla. İtirazlara, tepkilere kulak tıkayarak. Savaşın dışındaki hayatın olağan akışında devam etmesi, bana bunları söyletiyor. Bir yanda eylemler, grevler gerçekleştirilirken, bir yanda da yiyip içen, eğlenen insanları görmek. Savaşırken ölen gençlere karşı ilk tepkilerin şiddetinin giderek azalması. Ki insanın insana karşı olması gereken duyarlılığına dair umudumuzu zayıflatıyor bunlar. Barışa olan umudu… İyiye, güzele, anlamlı gelene, içinde huzur barındırana alışmak!.. Tabii bir şeydir böylesi. Bilerek ya da farkında olmayarak benimsenendir. Sonuçta kişinin kendi özgür seçimidir… Kim canının sıkılacağını, yanacağını düşündüğü bir yere gitmek ister, insanla görüşmeye can atar, hiç sevmediği işe bulaşır? Ne kaldı ki olumsuz yaşanmışlıkları benimsemek, içe sindirmek!.. İnsanlar anlamlı, güzel şeylere alıştıkları gibi acıya, haksızlığa da alışıyorlar ne yazık ki!.. Daha doğrusu alıştırılıyorlar. Fakat başkalarının yaşadığı acıya, haksızlığa. Ateş düştüğü yeri yakıyor genelde… Ve olan insana oluyor. Ölümle tanışınca, bir daha dünyaya gelmesi mümkün olmayacak olan insana. Uğruna savaştığı topraklarda bile, bir daha yürüyemeyecek olana. Savunduğu çok önemli ideolojisini bile bedensiz, ruhsuz bırakıp gitmek zorunda kalana.

Editör: TE Bilisim