Türkiye’nin dış politikası fıkralara taş çıkartıyor. Bizim Karadenizli Temel’in otoyol fıkrasını bilirsiniz. Temel, Almanya'da otobanda arabasını sürerken otoban radyosundan bir anons işitir: “Sürücülerin dikkatine! Otobanda bir araba ters yönde gitmektedir, lütfen azami dikkat gösteriniz." Haberi duyan Temel sinirlenir ve "Ula ne bir tanesi, binlercesi ters yoldan gideyi!” diye tepki gösterir. Türkiye’yi yöneten AKP iktidarı da kendi dışındaki devletler için benzer bir siyasi söylemi kullanıyor. Başbakan Erdoğan iç siyasete gaz vermek için her fırsatta aynı soruları soruyor: “Ey Birleşmiş Milletler ne iş yaparsın? Ey Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi sen neyin konseyisin? Ey NATO senin Libya’da ne işin var? Ey ABD ve AB siz Ortadoğu’da ne arıyorsunuz? Ey Suriye Devlet Başkanı sen eli kanlı diktatör değil misin? Ey İran sen kim oluyorsun da bize haddimizi bildireceksin? Ey Irak yönetimi, sen kimsin Özerk Kürdistan ile yapacağımız petrol anlaşmalarına taş koyuyorsun? Ey milletim Mısır’daki darbe bütün Müslümanlara karşı yapılmadı mı? Ey İsrail Siyonistleri ve ABD, Ortadoğu’yu tek başınıza mı düzenleyeceksiniz?” Başbakan Erdoğan’ın Rize’den Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni hedefe oturtarak yaptığı son çıkışları ise uluslararası dengeler açısından parmak ısırtacak türden: “Şu anda 5 tane ülke, hele hele 2 tane ülke dünyanın kaderini belirliyor. Ama şunu unutmayın, dünya 5'ten büyüktür. Dünya halkları bunun da hesabını soracaktır. Kilometrelerce uzaktan gelerek bu coğrafyanın hem kanını, hem de petrolünü içenlere tek kelime söz söyleyemeyenler, Türkiye'ye söz söylemeye yelteniyorlar. “ Başbakan Erdoğan’a göre dünyanın en “doğru” ve en “haklı”  hükümeti Türkiye’de bulunmaktadır. ABD, AB, Rusya, Çin, Japonya dâhil büyük ülkeler ve siyasetler, topyekûn olarak Suriye’de kendilerini yalnız bırakmış, Mısır’da Mursi’ye yanlış yapmış, Türkiye’de ise AKP hükümetine yanlış yapmayı sürdürmektedirler. Oysa Mursi ve kendileri, ABD tarafından içi doldurulan  “liberal renkli ılımlı İslam” projelerini ne güzel yürütüyorlardı. Her iki ülkede polis devleti uygulamalarıyla, muhaliflerin çıkacağı sokaklar polislerce halka kapatılmıştı. Her iki ülkede kadın hakları ve demokratik haklar yerlerde sürünürken, alkollü içkilere karşı meydan savaşları kazanılmıştı. Her iki ülkede muhalifleri bir kaşık suda boğacak yüzde ellilik kitleyi liderleri zor zapt ediyorlardı. Her iki ülkede alınan dış borçlar,  milli varlıklarını kat kat geçiyordu. Her iki ülkedeki “faiz lobisi” tarihlerinin en karlı dönemlerini yaşıyorlardı. Her iki ülke İsrail’in zorbalıkla tutunduğu toprakların güvenceleriydiler. Her iki ülkede kamu kaynaklarının yön değiştirmesiyle, yeni “İslami burjuvalar”  yaratılmıştı. Her iki ülke, dünya efendilerinin verdiği görevleri aşkla yaptıklarından, bahşiş işlerine bakan Suudi kralı ve Katar tarafından paraya boğulmuşlardı. Her iki ülke tarihsel ve siyasal adlarıyla değil, liderlerinin adlarıyla anılır olmuştu. Her iki ülkenin ordu üst kademesi ABD konseptine uygun yeniden hizaya getirilmişti. Bunca hizmetin, bunca gönüllü yarenliğin karşılığı artık aleni şekilde dillendirilen  “mevcut siyaseti terk ediyoruz, ılımlı İslam tarih oldu, siyaseti bırakmalısın, yoksa…” tehditleri gerçekten de can sıkıcı… Başbakan Erdoğan önümüzdeki seçimlere, otobandaki Temel’in tepkisine benzer söylemlerle çıkarsa kimse şaşırmamalıdır. Çünkü pazarlayabileceği başka siyasal malzemesi kalmamıştır. Acı tecrübelerle sabit olup, birer fiyaskoya dönüşen “ileri demokrasi” ve “yükselen ekonomi” hayalleri üzerinden artık siyaset üretmek mümkün değil bu ülkede. Demokrasi de yerlerde sürünüyor, ekonomi de. Hak arayan, talepte bulunan herkes “terörist” damgasıyla dayak ve biber gazı yiyor. İşsizlik tavandan yere inemiyor, köylüler ve esnaflar perişan, sendikaların dişleri çekilmiş ücretli dünyanın en rezil maaşına talim ediyor, yandaş “sendika” hükümetin önerdiği zamların azaltılmasını sağlıyor. İç siyasetteki bu yangınları görmezden gelerek, “Görüyorsunuz, bütün dünya Başbakan Erdoğan’ı yemek üzere bir araya gelmiş, liderimizi dünya devlerine katık yapmayalım”  tezi bu halkı ikna edip tekrar iktidar yolunu açar mı bilemiyorum. Gelecek nasıl şekillenir kestiremesem de, dünyanın “terk ettiği”(!) Erdoğan’ın sosyalist jargona sığınıp dünyaya meydan okumasından hayli keyif alıyorum.
Editör: TE Bilisim