EĞİTİM SİSTEMİMİZ NEDEN SINIFTA KALIYOR?

Ne zaman eğitim konuşulsa, hemen sistemin sınıfta kaldığına karar verilir. Sorunların kaynağını sistem olarak okursak, çözüm üretmeye gerek kalmaz, çünkü sorumlu sistemdir, yani sorumlu belli değildir.

Gerçekten eğitimin sorunlarına sistem mi sebep olmaktadır? 41 yıldır eğitim konuşur, yazar ve tartışırım. Bu zaman zarfında değişen bir şeyin olmadığını söylemek yanlış olmaz. Eğitim Enstitüsünde öğrenciyken öğretmenlerimiz bize, öğretmenliğin kutsal bir meslek olduğunu ve sürekli yenilenmek gereken bir meslek olduğunu söylerlerdi. Şimdi de aşağı yukarı aynı şeyleri söylüyoruz. Ha ben öğretmenlik mesleğinin kutsal olmadığını söylüyorum. Çünkü hiçbir meslek kutsal değildir. Kaldı ki, laik sistemlerde kutsallıktan söz etmek, eşyanın tabiatına uygun düşmez. Şurası bir gerçek ki, eğitim sistemimizden neredeyse kimse memnun değildir. Öyleyse eğitim düzenimizde sorunlar vardır. Dün de vardı, bugün de var…

İşte Attila İlhan’ın 15 Şubat 1983 tarihli Milliyet Gazetesinde yazdığı yazıdan bir bölüm: 

“Eğitim sistemimiz başarılı öğrenciye pirim veriyor. Başarısızları kendi haline bırakmış durumdadır. Eğer ‘eleme’ sistemi yerine, ‘yetiştirme’ sistemi benimsense, böyle olmazdı. ‘Yetiştirme sistemi’ dedikleri sistem, öğretmenin başarılı başarısız her çocukla ayrı ayrı ilgilenmesi; yeteneklerini önyargısız meydana çıkarmaya çalışması. Doğrusu öğretmenlerimiz pek böyle yapıyorlar diyemeyiz. Sebebi, Meşrutiyet’ten bu yana öğretmeni çocuk yetiştiricisi olarak değil de uygarlık öncüsü olarak görmemiz. Daha öğretmen okulundayken, ona öyle tarihi misyonlar, öyle toplumsal işlevler yüklüyoruz ki, göreve başlayıp da çocuklarla haşir neşir olmak zorunda kalınca, misyonu ile görevini bağdaştıramıyor. Teklemenin başı sanırım buradadır. Önce öğretmenlere tarihsel misyonlarının filan olmadığını, ya da tarihsel misyonlarının ellerine verilen çocukları iyi yetiştirmek olduğunu anlatmak icabediyor. Memleketin gelişmişliğininse, okuma-yazma oranından ziyade, kişi başına düşen ulusal gelir payı ile ölçüldüğünü.”

Evet, günümüzde de sistem ‘eleme” sistemi marifetiyle çalışıyor. Bu sistemde “zeki(!)” çocukların seçilmesi, akademik olarak donanımlı hale getirilmesi ve testlerde başarılı olması, sistemin en önemli beklentisi olarak karşımıza çıkmaktadır. ‘Alta kalanın canı çıksın’ hesabı… Yani görüldüğü gibi dün olduğu gibi bugün de sistem “zeki(!) çocukları “elit” tabaka yapmak üzere seferber olmuş görünmektedir. Böyle bir sistemde, bütün çocukların hayat hakkı bulması mümkün olabilir mi? Böyle olunca da sistem amaçlarına ulaşamamakta ve sistem başarısız olmaktadır. Öğretmenler eğitimci olmak zorundadırlar. Eğitimciler öğrencilerin “iyi insan” olarak yetişmelerine katkı yapabilirler. Kendine tarihi misyon biçen öğretmenlerse, salt çocukların akademik yönleriyle ilgili olmakla misyonlarını tamamladıklarına inanmaktadırlar. Eğitim sisteminin temel sorununun “eğitim” olmasının sebebi de bu…
Denilebilir ki, tarih eğitimde de tekerrür ediyor; değişen bir şey yok… Yazık değil mi?..