Öğretmenlik mesleği, mevzuatta bir profesyonel meslek olarak kabul görmüştür. Ne var ki Tanzimat’tan beri, öğretmenlik mesleğine, alan dışından istihdam sürekli yapılagelmiştir. Günümüzde de öğretmen istihdamı konusunda en önemli sorun, eğitim fakülteleri dışındaki yükseköğretim kurumlarından mezun olan kişilerin mesleğe kolayca dâhil edilmesidir. Eğitim fakülteleri dışındaki yükseköğretim kurumlarından mezun olanların öğretmenlik yapamayacaklarına ilişkin bir yargı doğru olmayabilir. Çünkü aslında öğretmen olmaya uygun olmasına rağmen, başlangıçta başka bölümlerde okumayı seçenler, daha kolay bir yol olarak öğretmenlik mesleğini seçebiliyorlar. Bu yolla öğretmen olmuş çok başarılı ve mesleği seven öğretmenlerin mevcut olduğunu da biliyoruz.

Öğretmen yetiştirme sorununun önemli bir parçası, öğretmen yetiştirmenin salt “hizmet öncesi eğitim” ile sınırlandırılmasıdır. Öğretmen kalitesinin konuşulduğu her bağlamda, hemen öğretmen yetiştiren kurumların bu konudaki yetersizliklerine vurgu yapılır. Elbette ki öğretmen yetiştirmede hizmet öncesi eğitim önemli ve öğretmen yetiştiren kurumlar, yeterince kaliteli öğretmen yetiştirmede istenen seviyede değildir. Ne var ki, öğretmenin kalitesi, hizmet öncesi eğitimden daha da önemli olarak, hizmet içindeki eğitimin işlevselliği ve kalitesi ile doğrudan ilişkilidir. Öğretmen eğitiminin üniversiteden mezun olduktan sonra bittiğine ilişkin genel algı, öğretmenin kalitesi ile ilgili anlayışı olumsuz yönde etkilemektedir. Oysa üniversiteler, öğretmen adaylarına bir pencere açar, o kadar… Eğitim sistemi açılan bu pencereyi çeşitli araçlarla büyütür, kapı yaparsa o zaman, öğretmen kalitesi istenen seviyeye gelebilir. Dünyanın hiçbir yerinde, üniversiteden öğrenilen bilgilerle ömür boyu öğretmenlik yapılmaz. Kendini geliştirmeyen öğretmen, yetişmekte olan “dijital neslin” bilgi ihtiyacını karşılamakta zorlanacak, hem kendisinin hem de öğrencilerini mutsuzluğuna ve başarısızlığına neden olacaktır. Kendini geliştirme de hayat boyu devam eden bir süreçtir. Bu süreç öğretmenin hem kişisel gelişimini, hem de mesleki gelişimini olgunlaştıran bir süreçtir.

Bugün öğretmen yetiştirmenin hizmet öncesi ayağının sorunlu olduğunu kabul etmek, gerçeği teslim etmek olacaktır. Öğretmen yetiştiren kurumlarda eksik olan en önemli şey, öğretmenlik ruhudur. Eğitim fakültelerinde öğrenim gören öğretmen adaylarının, öğretmenlik ruhundan yoksun yetiştikleri söylenebilir. Bu bölümlerde öğrenim gören öğretmen adayları, öğretmenliği, bir “dâva” aşkıyla değil, geleceğini ekonomik güvenceye almak derdiyle kendilerine bir uğraşı olarak seçmektedirler. Bu da öğretmenliğin kalitesini düşürmektedir.

Kaliteli öğretmen için öncelikle “kaliteli öğretim elemanı” gerekir. Öğretmen yetiştiren kurumlarda, öğretmenleri yetiştiren öğretim elemanlarının “hocalık” misyonlarının ikinci planda olduğunu söylemek, yanlış olmasa gerek. Bu hocaların büyük bir kısmının birinci önceliği, makale yazmak, teşvik için çalışma yapmak, kariyer basamaklarından kısa sürede yükselerek en üst kademeye çıkmaktır. Bütün bu endişelerin içinde öğretmen yetiştiren hocaların, hocalıkla ilgili misyonlarının işlevselliği tartışmalı hale gelmektedir. Günümüz öğretmen yetiştiren hocaların derse girme konusunda motivasyonlarının yüksek olduğunu söylemek, doğru olmayacaktır; günümüz üniversite hocalarının büyük bir kısmı, derse girmeyi bir angarya olarak değerlendirmektedir. Çünkü derse girmek ne teşvikte değerlendirilir, ne de ücreti tatmin edicidir. Böyle bir ortamda, öğretmenlerin hizmet öncesi eğitimlerinin kalitesinin tartışmalı hale gelmesi doğaldır.

Üniversite hocalığı, dünyada da prestijli mesleklerin üst sıralarında yer almaktadır. Ne var ki Türkiye’de üniversite hocalığının “öğretim görevi” ayağı, çok da önemsenmemektedir. Bu da üniversite hocalığını sadece “araştırma ve yayın” ayağına indirgemektedir. İyi hoca, iyi hocalık yapan, bilge kişidir. İyi hocalık yapamayan öğretim elemanlarının yetiştireceği öğretmen adaylarının iyi öğretmen olma şansları ne kadar olabilir ki?..