Yönetimin hem bilim hem de sanat yönünün olduğunu biliyoruz. Bizim kültürümüzde, yöneticilikte “alaylı”-“mektepli” ayrımının yapılması ve daha çok “alaylılığın” öncelenmesi, daha bir önemli görülmektedir. Bizde yöneticiliğin bilim yönüne değil, uygulama-sanat yönüne daha bir vurgu yapıldığı aşıkârdır. Bu anlayışta, geleneksel kültürümüzün günümüzün yansımalarını açıkça görülmektedir. Bu nedenledir ki, “Sınavla müdür mü olunur?” sözü eğitim camiası arasında sıkça duyulur olmuştur.

Yönetim biliminin profesyonelleşmesi, ikinci dünya savaşında ortaya çıkmıştır. Yönetim bilimciler, yönetimde “profesyonelleşmenin” ortaya çıkmasını, yönetiminin ilk göze görünür sonucu olarak değerlendirmektedirler. Yöneticilerin profesyonelleşmeleri, onların akademik bir programdan geçirilerek yetiştirilmeleri anlamına gelir; yönetimde uzmanlaşmış olmaları anlamına gelir. Bu anlamda yöneticilerin profesyonelleşmesi girişimi, ilk defa Amerika Birleşik Devletlerinde başlamış ve gelişmiştir. Eğitim yöneticilerinin profesyonelleşmeleri, onların akademik bir eğitim almalarını zorunlu kılmaktadır. Bununla birlikte hizmetiçi yetiştirme programları ile eğitim yöneticilerinin profesyonelleşmelerinin sağlanması zorunludur; hem hizmetöncesi eğitim, hem de hizmetiçi eğitim bütün mesleklerde olduğu gibi, eğitim yöneticiliğinde de zorunludur. Yönetimin profesyonelleşmesi aslında yönetimin meslekleşmesi anlamına da gelmektedir. Belli bir mesleğin elemanı olmak için gerekli hizmetöncesi ve hizmetiçi eğitim programlarının uygulanması, aynı zamanda bu mesleğe yönelenlerin profesyonelleşmeleri anlamına gelir.

Türkiye’de yöneticiliğin meslekleşmesi çalışmaları, 2000’li yılların başında önemli mesafeler kat etmişti. Türk Eğitim Sistemi, eğitimde yöneticiliğin bir meslek olduğu anlayışını bu dönemde kabul etmeye başladığı görülmektedir. Bunun için yönetici adayları önce bir sınava girip, bu sınavdan yeterli puanı almaları gerekiyordu. Sınava girmek demek, hazırlanmak, kitap okumak demektir. Sınavda başarılı olan adaylar, 120 saatlik bir “eğitim yöneticiliği” eğitimine tabi tutulduktan sonra da tekrar sınava giriyor ve başarılı olanların eğitim yöneticiliği atamaları yapılıyordu. Bugüne kadar Türk Eğitim Sisteminde yönetici atamaları bağlamında uygulanan en bilimsel çalışmanın bu dönemdeki çalışma olduğunu kabul etmemiz, gerçeği teslim etmek olacaktır. Sonraki uygulamalarda “bilimsellikten” taviz verilerek yönetici atamaları gerçekleştirildiğinden, yönetici atamalarında profesyonelliğe dikkat edilmez olmuştur. Bu durum şu anda eğitim yöneticiliğinin bir meslek olmadığı sonucunu ortaya çıkarmıştır. Bu haliyle eğitim yöneticiliği atamalarının bilimsellikten uzak olduğunu hemen herkes kabul etmektedir.

Milli Eğitim Bakanlığının açıkladığı 100 günlük eylem planında sözü edilen “profesyonel yöneticilik” vurgusu, yeniden eğitim yöneticiliğinin meslekleşmesi yönünde ümit verici bir ifade olarak kabul edilmektedir.

Eğitimde profesyonel yöneticiliğin öncelenmesi, yönetici adaylarının “eğitim yönetimi” alanında eğitim görmesi ve bu alanda yüksek lisans derecesine sahip olmasını cazip hale getirecek ve eğitim yöneticilerinin uzmanlaşmasının önünü açacaktır. Milli Eğitim Bakanlığının 100 günlük icraatının en önemlilerinden biri olarak eğitim yöneticiliğini belirlemesi, eğitim sistemi için olumlu ipuçları taşımaktadır. “Profesyonel yöneticilik” asla salt işletme yöneticiliği anlamına gelmez. Çünkü eğitim yöneticiliği başlı başına bir meslek olarak değerlendirilmektedir.
Sonuç olarak eğitim yöneticilerinin profesyonelleşmelerinin önünü açacak uygulamaların, eğitim sisteminin kalitesini artırmaya da çok önemli katkılar sağlayacaktır.
Profesyonel yöneticilik üzerine bazı çalışmaları bu sütunda okuyucularla paylaşmayı ümit ediyorum.