Okulun işi zor, gerçekten. Çünkü okul, bir taraftan bireyi bireyselleştirmek, bir taraftan da sosyalleştirmek zorundadır. Sosyalleştiremediğimiz bireyin eğitimli kişi olmadığını biliyoruz. Okulun misyonu içinde hem bireyselleştirmek, hem de sosyalleştirmek var. Nitekim eskiden “Eğitsel Kol Faaliyetleri” diye adlandırılan, şimdi adı “Kulüp” olan sosyal etkinliklerin varlık sebebi de çocuğun sosyalleştirilmesi ile ilgilidir. Ne var ki, birçok alanda olduğu gibi, bu alanda da işler, maalesef “formalite”den öteye gidemiyor. Okul bir yandan yetişmekte olan gençleri bireyselleştirmek zorunda iken, bir yandan da onları sosyalleştirmekle ödevlidir. Bugün okul, galiba bireyselleştirmeyi çok ayrı anlamda ve “bencillik” düzeyinde gerçekleştirirken, sosyalleştirmede yerlerde sürünmektedir. Bir devlet dairesinde görülecek işi olan bir genç, dilekçesini yazıp ilgili daireye kendi başına giderek işini görebiliyor mu? Sosyalleşme buradan başlıyor demektir; sonuç başarılı değil maalesef…

İşte şimdi öğretmen olan, eski bir öğrencinin bu konudaki görüşleri:

“Okuduğum okullarda, sosyal faaliyet adına yapılan kalıplaşmış etkinliklerde, her zaman ayrıcalıklı öğrenciler olurdu. Öğrenciliğimde hiçbir zaman tiyatro sahnesinin heyecanını yaşayamadım; koro saflarında şarkı söylerken bacaklarım titremedi; duvar gazetesinde kendi yazımı görüp, diğer arkadaşlarıma cakalı bakamadım. Ders dışındaki zamanlarda, herhangi bir öğretmenle oturup sohbet edemedim, özelimi paylaşamadım. Belki de bu yüzden, onlar gözümde hep ulaşılmayacak noktalarda bulunan kutsal(!) varlıklar oldu. Onlar acıkmazlardı, susamazlardı, hatta tuvalete bile gitmezlerdi(!) Aramızdaki uçurum bu kadar derindi ve uçurumun aşılması için de karşı tarafın hiçbir çabası yoktu…”(*)
Bu yazılanlara aynı şekilde katılmayacak çok az insan bulunur. Çünkü okullarımız “tek tip” olarak kurgulanmış ve yetiştirme tarzı bakımından da “tek tip” insan yetiştirmeye müsaittir. Hâlâ içimde bir uhde vardır. Ortaokuldayken şöyle düşünürdüm: Öğretmenim bir bayramda, beni kürsüye çıkarıp bir şiir okutsa ne iyi olurdu! Ama bu zevki hiç tadamadım. Bu zevki tatmadığımdan ötürü de okula karşı olumsuz bir tutum geliştirdim. Okul maalesef beni de sosyalleştirmede yeterince etkili olamadı. Hatırlıyorum, lise bitirmiş bir kişi olarak çalıştığım dükkânda, telefon çaldığı zaman, telefona bakmaya korkardım; medeni cesaretim yoktu. Vardı da, okul onu açığa çıkaramadı. Şimdiki okulların da farklı olmadığını üniversiteye gelen gençlerden öğreniyoruz.

Okulların, yetişmekte olan bireyleri sosyalleştirmekte yetersiz kaldığı bir gerçek, ama bu gerçeği değiştirmek için de kimsenin de bir çaba gösterdiği yok. Çünkü okullar çocuk ve gençlerin sadece akademik gelişimlerine odaklanmıştır. Oysa okul, sosyal hayatın aynasıdır. Okulda ne varsa sosyal hayatta da o oluyor. Sosyal hayatta sadece akademik gelişmeyi ilgilendiren durumlar yok. Toplumda sosyal ilişkiler, demokratik yaşam gibi unsurlar da var. Okulda demokrasi yoksa okulda sosyal hayat canlı değilse, toplumda da bunlar yok demektir. Unutmamalı ki, okulunda demokrasi olmayan toplumların, başka hiçbir yerinde de demokrasi yoktur. Yetişmekte olan bireylerini sosyalleştirmeyen okul, bu günün insanını yetiştirmede başarısızlığı hak ediyor.
 
Okullar maalesef yetiştirdiği bireyleri sosyalleştirmede yeterince başarılı değil…
 
(*)Asiye Konakçı. Öğretmenin Günlüğü, İstanbul: Üsküdar Belediyesi, 2004