Ülkemizdeki ekonomik değer üreten bütün kamusal kurumları satıp, devleti üretim alanı dışına çıkarmakla övünen AKP iktidarı, şimdi de “devlete yük” olduğunu düşündüğü sanat kurumlarına karşı yeni “planlar” hazırlıyor. AKP bu operasyonla “bir taşla beş kuş” vurmanın da hesabını yapıyor. Çünkü bu siyasi ekibin bir kısmı, çocukluktan itibaren insan merkezli edebiyat, tiyatro, müzik, heykel, bale, resim, şiir, fotoğraf gibi bütün çağdaş sanatlara düşman bir kültürle yetiştirildi. Onlarca yıl “batı icadı” olarak belledikleri bu çağdaş sanatlarla alay ettiler; sanatsal etkinliklere katılmadıkları gibi katılanları da  “dine aykırı işler yapmakla” yaftaladılar. Mücahit arkadaşlarından Eski Rize Belediye Başkanı şahsın Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası için sarfettiği “birkaç zurnacı” şeklindeki iğrenç sözleri hala daha belleklerdedir. Sanatın toplum yaşamındaki vazgeçilmezliği ve gördüğü ilgi karşısında vites değiştiren ekip, “bir dönemin mağduru iken bugünün mağruru” haline gelen İskender Pala’nın “muhafazakâr sanat” diye akıllarına soktuğu sözde sanat için fırsat kollamaya başladı. Ancak sanat dünyasında kendilerine “hizmet edecek” birkaç şarkıcı eskisinden, sanat kaçkınından başka “güven duyulacak” insan bulamadılar. Gerçi bu “sanat simsarları”ndan da  “muhafazakâr sanat”  adına bir iş çıkartamadılar. Sanatçıların sanatın önündeki sıfatlara sıcak bakmadıklarını öğrendiklerinde, artık onlara bir “ders vermenin” gereği bütün çıplaklığı ile ortaya çıkmıştı. Yargıda da benzer bir durum oluştuğunda, artık yeter denmiş, anayasa değişikliği paketiyle ipler hükümetin eline alınarak, hükümete  “engel” çıkarılmasına son verilmişti. Parasını belediyenin ya da devletin ödediği sanatçılar kimlerdir ki kendi oynayacakları oyunlara karar versinler, eleştirel bir dille oyun oynasınlar, toplumun düşünce zenginliğine su taşısınlar. Orduyu hizaya getiren, yargıyı dizayn eden, en masum muhalif hareketlere polis copu ve biber gazı salan kudretli hükümetin emrine, isteğine hangi sanatçı tayfası karşı koyabilir ki? Anlaşılan bu sanatçı taifesi muktedir bir iktidardan hiç sille yememişti… Koca iktidar Suriye’den girip Ortadoğu’yu hallaç pamuğu misali atarak Osmanlı mirasını tekrar eline alma gibi “hayal bile edilemeyen” “dev proje”lerle uğraşırken; maaşını devletin ödediği, giyimi kuşamı, yaşamı, sözü sohbeti  “aykırı” sanatçıların illa da “özerklik” talebi de ne demek oluyordu? Hemen düğmeye basıldı; bırakın ülkemizi dünyanın en saygın kurumları arasında sayılan 98 yıllık kültür anıtımız  “Darülbedayi-i Osmanî”yi yani İstanbul Şehir Tiyatroları’nı bitirecek, işlevsizleştirecek sinsi bir plan uygulamaya sokuldu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclisi’nin Hukuk Komisyonu, komisyonda süs bitkisi rolü oynayan CHP’li üyelerin de oyu ile İstanbul Şehir Tiyatroları Yönetmeliği’ni biranda değiştirdi. Artık bu asırlık sanat kurumundaki yetkiler,  belediyenin bir amiri ile onların denetimindeki kurula devredildi. Hangi oyunun oynanacağı,  hangi sahnede kimler tarafından yönetileceği, oyuncu kadrosunun teşkili bu kurulun yetkisine bırakıldı. Yani siyaset kurumu sanatı eline alıp, istediği şekilde sanatla ve sanatçıyla oynayabilecekti artık. Sanatçılar İstanbul’da tiyatroyu bitirecek bu değişikliğe karşı haklı bir direnişe kalkıp, binlerce sanatçı ve tiyatrosever de, başlatılan “savaşı” kaybetmemek için toplumun bütün kesimleriyle dayanışma başlatınca, hiddetlenen Başbakan Erdoğan kafasının içindeki saklı projesini açıklamak zorunda kaldı: “Devlete ait bütün tiyatroları özelleştireceğiz”. Bu özelleştirmenin Türkçesi şu: Tiyatro denen sanat gereksiz bir sanattır ve bu sanat insanların dünyayı farklı şekilde algılamasına hizmet etmektedir. Üstelik bizim dünya görüşümüze uygun değildir; sevmesek de bu sanat dalının bizim ideolojimize hizmet etmesi için çok uğraştık ama maaşını ödediğimiz nankör sanatçı milleti birlik olup bu isteğimize direndi. Şimdi onları diğer kamu çalışanlarına yaptığımız gibi kapı önüne koyacağız; halk da 5–8 TL yerine 30–40 TL veremeyeceğinden tiyatroya gitmeyecek, böylece halkımızı tek tip yetiştirmenin bir adımını daha atmış olacağız. “Dayatma”, “vesayet”, “mağdur” söylemleriyle halkın vicdan ve duygu dünyasında karşılık bulan Başbakan Erdoğan, yarattığı mağdurların da halkın vicdanında benzer duyguları tetikleyebileceğini fark edemiyor mu? İktidar körlüğü böyle bir şey olsa gerek. KUTU: Parasını belediyenin ya da devletin ödediği sanatçılar kimlerdir ki kendi oynayacakları oyunlara karar versinler, eleştirel bir dille oyun oynasınlar, toplumun düşünce zenginliğine su taşısınlar.
Editör: TE Bilisim