“Ayrımcılık” konulu bir seminere katılmak için Ankara’ya gidiyordum. Bolu’da yaşayan ve epey zamandır görüşemediğim yakın bir arkadaşıma uğramıştım giderken. O da, eşi de Rizeliydi. Yıllarını Trabzon’da geçirdikten sonra Bolu’ya çıkmıştı tayinleri. Hazır oradayken şehir merkezinin belli yerlerini gezdirdi bana. Kafa dinlemek ve üretmek için ideal bir kentti. Karadeniz’den iz, esinti bulamadım orada. Küçük bir Ankara’ydı adeta. Buradaki günlerinden biliyorum arkadaşımı; hiç hoşnut değildi Trabzon’dan. Çoğu Rizelinin Trabzon’a malum bakışı.. Ki iki kardeş kentin arasındaki bu tatlı sert rekabetin insanına yansıması hep gülümsetmiştir beni. Arkadaşım, Bolu’daki hayatının nasıl geçtiğine dair özet şeyler anlattı bana. Oradaki yalnızlığını, içine çekilmişliğini.. Bankacı eşine de hayatın nasıl gittiğini sordum bir ara. “Nasıl gitsin? Gördüğün gibi, burada her şey yollu yolunda! Sokakta yürürken kimse kimseye çarpmıyor, nedenli nedensiz kavga çıkartmıyor! Hep sakiniz! Can sıkıntısından patlayirim! Bu gidişle sonunda ben hır gür çıkartacağım!” diyerek beni çok güldürmüştü. Bir bakıma da Trabzon’da her şeyin nasıl yaşandığını, insanlar arasını, sokağı özetliyordu. Kimine göre öz eleştiri, kimine göre övgü. İşin ilginç tarafı, bütün o deli doluluklarımız, gelişigüzelliklerimiz özleniyor uzaktayken. Sokaktaki tezatlık ve karmaşa bile özleniyor. Altını çiziyorum; hayat ya da var olma belirtisi olarak görülüyor. Bazen mum yakıp karanlıkta aranacak türden hayati bir belirti. İstanbul yolculuğum sırasında da ilginç bir diyalog yaşamıştım. Karşımda adeta bir nehir gibi kıpırtısız duran Marmara Denizi’ne bakarken, “Ne kadar sakin!.. Karadeniz gibi hareketli değil, bizimki bir deli deniz,“ diyerek sesli düşünmüştüm. Yanımda oturan Kayserili kadın, tam üstüne bastın dercesine bir kahkaha atıverdi. “Sadece deniziniz mi deli sizin? İnsanlarınız da aynı, onlar da deli, hatta çatlak,” demez mi! Dikkatimi denizden çekip ona yoğunlaştırdığımda da sözlerine aynı tonda devam etti: “Karadenizli komşularımdan biliyorum sizi.. Bazen tartışır, kavga yaparlar tepemizde. Birbirlerine karşı çok sertleşirler. Bir daha hiç görüşmeyeceklerini, her şeyi noktaladıklarını düşünürsün. Ama biraz sonra bir de bakmışsın ki aynı karı koca, kol kola girmiş ilerliyor sokakta, hiçbir şey olmamış gibi. O kadar ayarsız, o kadar delisiniz!..” Doğru söze ne denir bilmem! Gülme sırası bendeydi bu kez.. Karadenizlinin karakteristik özelliklerini, deli damarını, ayarsızlığını yediden yetmişe kime sorsanız bilir, benzer örneklerle anlatır. Garipseyiş ve de muhakkak ki sempati dolu cümlelerle anlatır!.. Ahh, bu deli doluluğumuzu, tez canlılığımızı, ayarsızlığımızı sinsi, amaçlı birileri çıkıp da kötüye kullanmıyor mu!.. “Vatan, millet, Sakarya” çığırtkanlığıyla damarımıza basıp, sözün bittiği yerlere sürüklemiyor mu bizi!.. Sokaklarında linç girişimlerinde bulunacak noktaya kadar hem de!.. Ben de bu gibi durumlara alet oluşumuza deli oluyorum. Çok çabuk ve kolay galeyana gelişimize. Aman diyorum, aman!.. O güzelim, o sıcak enerjimize asıl o zamanlarda mukayyet olalım. Asıl bizi o hallere dökmeye çalışanlara geçit vermeyelim. Ne olursa olsun; akılla fikirle, sözle, bize yakışan bir dobralıkla halledelim sorunları. Ayrımcı bakmayıp ötekini, ters geleni, her tür farklılığı anlamaya çalışalım. Fıkra tadındaki sempatik yaklaşımlarımıza kapkara gölgeler düşürmeyelim bir daha!..
Editör: TE Bilisim