“YÖK” SONRASI ÖĞRETMEN YETİŞTİRME
 
Yıllar önce bir Bakanlık Müfettişi ile tanıştım. Sohbet esnasında bir ara bana şöyle dedi: “Hocam, kusura bakmayın. Ama siz öğretmen yetiştiremiyorsunuz!” Burada “siz” den kast ettiği şey “üniversite” idi. Bilindiği gibi YÖK öncesi dönemde, sınıf öğretmeni ile ortaokul öğretmenlerini Milli Eğitim Bakanlığı, “Öğretmen okulları” ve “Eğitim Enstitüleri” marifetiyle yetiştiriyordu. 12 Eylül ihtilalinden sonra, üniversiteler yeni bir yapılanmaya gitmişti. YÖK de bu yapılanmanın sonucu ortaya çıkmıştı. YÖK’ten sonra bütün yüksekokullar “fakülte” adı ile üniversitelere bağlanmıştı. Yani artık üniversiteler öğretmen adaylarını yetiştirmeye, Millî Eğitim Bakanlığı da bu adaylardan ihtiyacı kadar öğretmeni istihdam etmeye başlamıştı.          Bakanlık Müfettişinin sözünü ettiği durum da bu uygulama idi. Tabii ki bu çok iddialı bir konuşma idi. Hatta bu açıklama, biraz da üniversiteyi suçlamaya yönelikti. Merak ettim, bu kanaate nasıl ulaştığını öğrenmek adına açıklama yapmasını istedim. Şunu anlattı: “Bugün Akçaabat’ta bir Türkçe öğretmenini denetime gittim. Ege Üniversitesi mezunu bir öğretmen hanıma bir ara şunu söyledim: ‘Hoca Hanım, müfredat programını’ bana verir misiniz? Hiçbir tepki vermeden bakakaldı. Sonra anladım ki, bu öğretmen “müfredat programı” ya da “müfredat” diye bir şey hiç duymadı. Şimdi soruyorum size, müfredatı tanımayan, görmeyen bir öğretmenden iyi öğretmen olur mu?” Cevap verdim: Evet olmaz!

1981 yılında çıkarılan 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu gereği daha önce Millî Eğitim Bakanlığı ve üniversitelere bağlı olarak öğretmen yetiştiren yüksekokullar, enstitüler, 20 Temmuz 1982’de Yükseköğretim Kurulu (YÖK) çatısı altında üniver­siteler bünyesinde toplanmıştır. Bu aşamada dört yılık Yükseköğretim Okulları, Eğitim Fakültelerine, iki yıllık Eğitim Enstitüleri Eğitim Yüksekokullarına dönüştürülmüştür. Öğretmen yetiştirme yetkisinin üniversite­lere devredilmesi, Milli Eğitim Bakanlığı çevrelerince çok da benimsenmiş görünmüyordu. Yukarıda sözü edilen konuşma da bunun işaretlerini taşıyordu. Öğretmen yetiştirme işinin üniversitelere devredilmesinden sonraki uygulamaların, beklenen sonucu ortaya çıkaramaması, Milli Eğitim Bakanlığını sanki haklı çıkarır gibiydi. Nitekim bu süreçte de ülkemizde öğretmen yetiştirme bir sorun olarak eğitim sisteminin gündemini işgal etmeye devam etmiştir. Bu sorun bugün aynen devam ediyor görünmektedir. Bu nedenledir ki 1982 yılından beri öğretmen yetiştirme sisteminde dört düzenlemenin yapıldığı görülmektedir.

Ortaya çıkan düzenlemelerin birbirini tekzip eden düzenlemeler olduğunu göz ardı etmezsek, öğretmen yetiştirme sisteminde neden mesafe alınamadı daha kolay anlaşılabilir. YÖK kurulduktan günümüze kadar geçen sürede Eğitim Fakültelerine yönelik dört önemli düzenleme gerçekleştirilmiştir. Bu düzenlemelerin her biri birbirini ortadan kaldırmaya yönelikti. Örneğin uygulamalardan biri, ortaöğretim öğretmenliğini 5 yıla ve tezsiz yüksek lisans düzeyine çıkarırken, bundan sonraki uygulama, ortaöğretim öğretmenlerini yetiştirmeyi tekrar eski haline çeviriyordu. Bir alana ilişkin sık sık değişikliklerin yapılması, o alanın enerjisinin boşa harcanması anlamına gelir. Türk eğitim sisteminin öğretmen yetiştirme alanında olup biten şey de aslında budur. YÖK ile öğretmen yetiştirmenin kalitesi, MEB’e bağlı öğretmen yetiştirmenin kalitesinin üzerinde olduğunu söylemek kolay değildir. Hatta idealist öğretmen yetiştirme anlamında,  MEB’e bağlı öğretmen yetiştirme sisteminin daha etkili olduğunu söylemek gerçeği teslim etmiş etmek anlamına gelecektir. Bugünkü öğretmen yetiştirme kurumlarının en önemli eksikliği olan “öğretmenlik ruhu”, MEB’e bağlı öğretmen yetiştiren kurumlarda canlı olarak vardı. Bugünkü YÖK sonrası öğretmen yetiştiren kurumlarda bu ruhun eksik olduğunu itiraf etmek zorundayız.