“Türkiye’de hocalık yapmış ve Türkleri seven bir profesör şöyle diyordu: Bakıyorum, sevimli küçük Türk çocukları, başka ülkelerde gördüğüm akranlarından çok daha zeki şeyler, ama merak ediyorum, sonra hangi metodu kullanıyorsunuz da bu zeki küçüklerden şu farklı büyükleri elde ediyorsunuz?”(*).

Ülkede meydana gelen her olumsuzluğun eğitim sistemi ile ilişkilendirilerek tartışılması, yanlış değildir; insan yetiştirme düzenimiz olan eğitim sistemi, iyi insan yetiştirmenin sorumlusudur. Türk çocuklarının zeki olmaları bakımından ortada bir sorun yok. Sorun bu zekâların gereğince ortaya çıkarılıp geliştirilemeyişindedir. Okul çocuk ve gençlere fırsatlar sunma noktasında istenilen yerde değildir. Geçmişte akademik başarı için zekânın önemli olduğuna inanılırdı. Günümüzde zekâdan daha önemli olan, genç ve çocuklara sunulan eğitim fırsatlarının önemli olduğu anlaşılmıştır. Bundan dolayı Türk çocukları, zekâlarını gereği gibi geliştiremeden okuldan hayata atılmaktadırlar.

Hep söylüyoruz: Okul hayatı öğretmiyor. Çocuk ve gençler okulu, hayatı öğretmediğinden sevmiyorlar. Okul başarısı ile mutlu olma arasında bir korelasyon bulunmadığı gibi, okul başarısı ile hayat başarısı arasında bir korelasyon bugüne kadar bulunmamıştır. Hayatın bir kopyası olması gereken okul, hayatın bütün renklerini taşıması gerektiği halde, okulda daha çok formalitelerin belirlediği bir kültür, hayat sürmektedir. Böyle bir yaşama biçiminin çocuk ve gençleri geliştirip hayata kazandırması, pek mümkün görünmemektedir. Araştırmalar, okulöncesi çocukların yaratıcılıklarının %95, üniversite mezunu gençlerin ise %5 olduğunu gösteriyor. Bu, “Okul, çocukların yaratıcılıklarını köreltiyor” biçiminde açıklanabilir. Bu durum, çocukların büyüdükleri zaman niçin bambaşka bireyler haline geldiklerinin kısmen bir cevabı olabilir. Okulun bu haliyle çocukları mutlu etmeye ve yeteneklerini geliştirmeye müsait olmadığı açıktır. Formalitelerin egemen olduğu okul sisteminde, gençlerin gerçek kişiliklerini bulmalarını beklemek saflık olur. Çünkü formalitelerin olduğu yerde “mış gibi” yaşamak söz konusudur. Otoritenin istediği gibi yaşamak zorunda olan gençler ve çocuklar, kendileri olmakta zorlanmaktadırlar. Otorite, çocuklar için yaşadığını iddia ederek, öğrencileri yönlendirirken, ana-babalar da aynı şeyi yapmaktadırlar. Ana-babalar, “Biz çocuklarımız için yaşıyoruz” derken de aynı durum ortaya çıkmaktadır. Oysa herkes kendi için yaşarsa, çocuklar daha çok kendi olacak ve daha çok yeteneklerini geliştirebilecektir. Zeki çocukları bizim için yaşamaya mecbur ettiğimiz için büyüdüklerinde, eski zekâlarından eser kalmamaktadır. Okul deyince akla ilk gelen şey, müfredat ve öğretmen ise, o zaman bugünkü hâlimizden şikâyet etmemiz boşunadır. Okul deyince ilk akla gelen şey öğrenci ve öğrenciyi cezbeden bir mekân değilse, oturup okulu yeniden kurgulamak gerektiğini söyleyebiliriz. Okul yapay bir mekân değil, doğal bir yaşam alanı olarak kurgulanmadıkça, yukarıdaki sözle anlatılmak istenen durum, hep devam edecektir.

Türk çocuklarının zekâlarından kimsenin kuşkusu yok, olmamalıdır. Türk çocuklarının bu zekâlarını ortaya çıkarıp geliştirmede bir yöntem sorunu olduğu açıktır. Biz eğitimcilere düşen, okulun bu yöntem sorununu bilimsel verilerle ortaya koyup, yeni bir yöntem anlayışı ile okulu yeniden kurmak olmalıdır. Okulu yeniden kurarken, geçmişin bilgi ve deneyimlerinden yararlanarak, yeni bir paradigma ile iş koşulmanın önemli olduğu açıktır. Okul bugünkü hâliyle çocuklara hayatı öğretmeye maalesef uygun değildir. Okul bu haliyle devam ederse, çocukların kendileri olmaları konusundaki endişeler devam edecektir. Evet, okul sistemimiz, çocuklarımızın zekâlarını ortaya çıkarıp geliştirmede başarılı değildir. Aynı zamanda okul, çocukları mutlu etmekten çok uzaktır. Ama bu sorunların çözülemeyecek sorunlar olmadığını da hatırlatmakta fayda vardır.