29 Mayıs 1453 tarihi, bizim açımızdan karanlık bir devrin batışını, yepyeni ve aydınlık bir devrin müjdesini fısıldar kulaklarımıza. Bu tarih, Osmanlı’nın muhteşem bir cihan devletine giden yolunu da ardına kadar açar. Zulme rıza gösterenler ve zalimden yana olanlar sahnenin dışına itilir; İslâm’dan ilham alan daha adil bir dünya nizamı yeniden şekillenir.
           
İstanbul, Müslüman Türkler için sıradan bir toprak parçası değildi(r). Eski tabirle "Konstantiniyye" diye adlandırılan bu şehir, tabir caizse Türklerin kızıl elmasıydı. Peygamber Efendimizin “İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, o ordu ne güzel ordudur.”  hadisi, bütün Müslüman komutanları bu şehri fethe yöneltmiştir. Bugün İstanbul’da kabri bulunan ve bir semte adını veren Ebû Eyyûb El-Ensârî bile, seksen yaşlarında, kızgın çölleri geçerek bu müjdeye mazhar olmak için İstanbul’a kadar gelmiştir. Fakat bu kutlu fetih onlarca kişiden sadece Fatih Sultan Mehmet Han’a nasip olmuştur.
           
Fatih Sultan Mehmet, Konstantiniyye’yi fetheder fethetmez, o zamanki adıyla Ayasofya Kilisesi’nin önüne gelerek orada toplanan ve az sonra kellelerinin uçurulacağı vehmine kapılan, bu yüzden de korkudan tir tir titreyen Bizans halkına, tarihte görülmemiş bir hoşgörü örneği sergileyerek, canlarını bağışladı; bunun da ötesine geçerek kendilerinin bundan sonra ibadetlerinde özgür olacaklarının da garantisini verdi. Onları himaye etti.  
           
Fatih Sultan Mehmet Han, o gün İslâm’ın engin hoşgörüsünü tüm dünyaya gösterdi. Atından inerek Ayasofya önünde şükür secdesine kapandı. O gün fetih hakkı ve sembolü olarak Ayasofya’yı camiye döndürdüğünü ilân ederek ilk Cuma namazını da burada eda etti. Hoca Sadettin Efendi’nin deyişiyle, “Çan sesleri sustu; yerini tekbir sesleri, gülbank-ı Muhammedî, zemzeme-i penç-i nevbet aldı.” Fethin sembolü Ayasofya asırlarca Müslümanların secdegâhı oldu. Bu kutlu mabedin yüzü Müslümanlarla gülmeye başladı.
           
Ayasofya bir mabetten daha çok şey ifade eder bizler için. O, fethin manevî şiarıdır. Fetihten 1934’e kadar, Müslümanlara hizmet etti bu sembol mabet.  İstanbul’un işgal altında olduğu 1918-1922 yılları arasında bile Ayasofya cami olarak ilâhî misyonunu devam ettirdi. Bazılarının beğenmediği Sultan Vahdeddin, o yıllarda Ayasofya’nın kiliseleştirilmesine karşı mücadele verdi. Osmanlı orduları terhis edildiği için savunmasızdı Ayasofya. Vahdeddin, Mondros Antlaşması gereğince kendini koruması için müsaade edilen yedi yüz kişilik askerî birliği Ayasofya’nın emniyetine tahsis etti. Onlara şu tarihî emri verdi: “Benim hayatımı boş verin, eğer işgalciler aziz İstanbul’un fetih sembolü olan Ayasofya’ya çan takmaya gelirlerse; benden emir beklemeden ateş açın ve son nefesinize kadar Ayasofya Camii için savaşın!”

Peki, tarihî Ayasofya Camii nasıl oldu da bugünkü müze hâline dönüştürüldü? Bunun hikâyesi uzundur. Özetle söylemek gerekirse Ayasofya Camii, 1934’te bir kısım küresel güçlerin sinsi oyunuyla tamir ve restorasyon süsü verilerek geçici olarak ibadete kapatılır. Göstermelik bir kısım çalışmalar yapılır. Kapatılış o kapatılış, bu tarihî mabet bir daha cemaatiyle buluşturulmaz. Bir oldubittiye getirilerek müze hâline dönüştürülür.  Ayasofya Camii, Resmi Gazete‘de neşredilmeyen, kanunlar karşısında hiçbir geçerliliği olmayan 24.11.1934 tarihli ve 21589 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile müzeye çevrilir. Öyle de kalır.

Fethin nişanesi olan Ayasofya’nın hüzünlü manzarası biz Müslümanlar için tam bir zillet hâliydi. Bu ulu mabedin mevcut durumu, bu toprakları kanlarıyla sulayıp bizlere emanet eden mübarek ceddimize vefasızlığımızın en büyük göstergesiydi. Bu mabedin böyle öksüz ve yetim bir hâlde kaderine terk edilmesi Müslüman'ın izzetine halel getirmişti. Bu öksüz camiyi abdestle değil de, biletle müze olarak gezmek Müslümanların kanına dokunuyordu. Bu durum böyle devam ettikçe tarihe karşı sorumluluklarımızı da yerine getirmemiş olmaktaydık. Fatih, Vakfiyesinde bu kadim eseri eski hâline döndüreceklere ta o zamandan beddua ediyor; onları lânetliyordu. Allah dostu padişah, ta o günlerden bugünlere gönül gözüyle bakarak büyük bir keramet örneği göstererek bugünleri görüyordu. Bir mabet olmaktan öte, derin anlamlar içeren bu camiyi tekrar eski hâline dönüştürmedikçe bu kadim şehrin Fatihi, Sultan Mehmet Han’ın bedduasına mazhar olmaktan kendimizi kurtaramazdık. Bu büyük bir vebaldi aynı zamanda. Bu vebalden kurtulmak için çok bekledik çok. Tam 86 sene...