Atatürk, zaman olarak kısa sayılabilecek, içerik olarak dopdolu bir ömrü milletine adamıştı. Gecelerini gündüzlerine katarak milletinin aydınlık geleceğini inşa etmekle uğraşmıştı. O,  “Millete efendilik yoktur, hadimlik (yani hizmet etmek) vardır. Bu millete hizmet eden onun efendisi olur.”sözüyle ne kadar halkçı olduğunu da göstermişti.  Millet onunla güldü, onunla rahat nefes aldı. O, ufuklardan bir güneş gibi doğdu umutsuzlukla dolan kırık kalplere.

           

O; başı göklere değen Ağrı’ydı, Erciyes’ti, Kaçkar'dı. Coşkun akan Fırat’tı, Kızılırmak’tı, Sakarya’ydı. Bozkırın ortasında umuda yol alan kağnıların gıcırtısıydı. Yitirilmiş Selanik’ti,  Manastır’dı, Tuna boyuydu. Esaretin bozkırında özgürlüğe susamış bir milletin can suyuydu. Çanakkale’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da milletin atan nabzıydı. Türk’çe düşünen, Türk’çe yaşayan bir milletin alın teriydi. Tutsaklığın çöllerini yeşerten özgürlük sağanağıydı. Ege’de zeybek, Karadeniz’de horon, Erzurum’da bardı.

           

O; masmavi göklerde dalgalanan ay yıldızlı bayraktı. Ordu’da fındık, Adana’da pamuk, Konya’da buğday, Rize’de çaydı. Gönül coğrafyasına düşen uyanışın öncüsü dördüncü cemreydi. Esaret yangınında şerha şerha yarılan yüreklerin hürriyet pınarıydı.

Balkanların bağrından kopup gelen kökü çok derinlerde olan bir özgürlük çınarıydı.

           

O; Mevlâna’da hoşgörü, Yunus’ta sevgiydi, yiğit Köroğlu’nun attığı nârâydı. Deli tayların yelelerini tarardı düş(ünce)lerinin rüzgârı. Mersin’de yörük, Sivas’ta canlara yoldaş, Erzurum’da dadaşlara kardaştı o. Gönül bahçelerinde kanayan bir karanfildi, dikenler içinde göz alıcı bir goncaydı. Ayder’de, Uzungöl’de, Gözne’de dört yapraklı yoncaydı.

O, hakikat denizinde iri bir damlaydı; gözleri kamaştıran bir inciydi.  Gökteki en parlak yıldızdı şüphesiz. Işığını, baştan başa zaferlerle dolu şerefli Türk tarihinden alıyordu. Onun eseridir ateş denizlerinde baruttan gemiler yüzdürerek selâmet sahiline çıkan bu güzel vatan. O ki, geleceği görerek tarihin enkazı üzerinde yepyeni bir vatan inşa etmiştir.

Gönül burçlarımızda dalgalanan bir bayraktı o. Yüreklerimizdeki kıvançtı. Zaman ırmağında akan berrak bir suydu. Dik yokuşları düz eden, kendi nefesi yetmediğinde milletin nefesiyle nefeslenen, dağ bayır demeden hazla ve hızla koşan bir özgürlük yolcusuydu. Onun gönlünde sönmeyen bir meşale vardı, bunun adı özgürlüktü hiç şüphesiz. Tam özgürlük…

Şimdi gönüller o güneş sarısı saçlarına, o gök mavisi gözlerine hasret… Belki bir gün yine çıkıp gelir diye hasretle yolunu gözlüyorlar Samsun ufuklarından. Sakarya Nehri hasretinden akıp durmakta, Ağrı Dağı’ndaki ak bulutlar onun özlemini taşımakta bembeyaz heybelerinde. Bahçeler öksüz, çiçekler boynunu bükmüş yokluğunda. Karadeniz’in masmavi suları yine bir 19 Mayıs sabahı Bandırma’nın ayaklarına kapanıp alnından öpmeyi arzuluyor.

Zaman uzadıkça efkâr da uzar gider Dolmabahçe yolunda, Anıttepe’de, Dumlupınar’da, Rasattepe’de, Samsun ufuklarında. Sevgi harmanımız, gönderdeki bayrağımız bir rüzgâr bekler. Buz tutan yürekler sıcaklığına, çatlamış topraklarımız, boynunu bükmüş başaklarımız cömert bir yağmuruna hasret… Karanlıklar güneşin yolunu gözler.

Bu necip millet büyük bir vefa duygusuyla onun izinden giderek onu yaşatmayı bildi. Onu sevmeyi, vatanı ve milleti sevmekle özdeş saydı hep. Ona koşmayı, ışığa koşmak olarak gördü. Dünya durdukça o parlak ışığa koşacak bu millet; bir pervane misali, aşkla ve umutla!

Atatürk, en çok da diklenmeden dik duran, üç kez şereflendirdiği aziz Trabzon'dur. Vatanperverliklerine hayran kaldığı Trabzonluların fahri hemşehrisidir o. O ki masmavi gözleriyle bu yemyeşil kadim şehre tepeden bakan Soğuksu sırtlarıdır. Bu şehir, Ata'nın aziz milletine vasiyetini yazdığı, tarihe tanıklık eden müstesna bir yerdir aynı zamanda.

1938 yılının bir 10 Kasım sabahı, onu Türk milletinin içinden maddeden söküp aldı.

On Kasımlarda yas tutmak ona duyulan sevginin ölçüsü değil. Sevginin belirtisi ağlamak, yas tutmak olmamalı zira! Sevgi sahiplenmektir biraz da. Atatürk’ü ne kadar yaşıyorsanız o kadar seviyorsunuz demektir. Atatürk’ü sevmek kuru lâfla ve hamasetle  olmuyor. Onu candan sevenler, bu milletin değer(li)lerini de sevmek durumundadır. Çünkü Atatürk bu değerler manzumesinde doğdu, büyüdü ve yüceldi. XXI. yüzyıla girdiğimiz bu zamanda Atatürkçülüğün neresindeyiz? Bu hususta kendi iç dünyamızda bir muhasebe yapmalıyız.