DİKİŞ TUTMAZ İSMAİL BİR KEZ DAHA VİZYONDA!

Trabzonspor'un son dönemde yaptığı transfer furyasının ne anlama geldiğini çözen var mı? Yaşı geçmiş futbolcularla kuşanıp harakiri mi yapıyor, yoksa transfer havuzuna kamikaze dalışı yapıp kendini mi imha ediyor? Para kazanıp sevdiğini almak uğruna gurbet ellere düşen evde kalmış futbolcuları bir de allı pullu tanıtımlarla taraftarın gönlüne kazıma çabası bana Yeşilçam filmlerini çağrıştırıyor.

Trabzonspor’la uzunca süredir flört eden Norveçli sol bek Birger Meling, Rennes ile söz kesince tombala torbasından bu kez 'dikiş tutmaz' İsmail çıktı. Genç yaşta aramızdan ayrılan Hasan Ceylan'ın hafızalara kazınan 'Dikiş Tutmaz Sabri' karakteri geldi aklıma bir anda. Fenerbahçe ve Beşiktaş macerasının ardından Avrupa kara sularına açılan İsmail Köybaşı diaspora misali Çaykur Rizespor'a sığınmak zorunda kalmıştı. Ancak İsmail'in 'Zoraki Damat' prömiyeri daha sonlanmadan bu kez Trabzonspor devreye girdi.

Yazık bu kulübün heba edilen parasına. O parada cebindeki iki kuruşu sırf gönül verdiği takımı için harcayan simitçinin hakkı var... Çoluğunun çocuğunun rızkını bilete verip tribünlere giden aksakallı babanın hakkı var. Stat dışında bordo-mavi ürünleri satmak için saatlerce bekleyen esnafın emeği var. Gün boyu harç karıp duvar ören, sıva yapan inşaat işçisinin alın teri var o parada. Okulu asıp maça koşan öğrencilerin yediği fırça darbeleri var. Takım yenilince hüzünlenen taraftarın gözyaşı var. Bulmuşlar Zekeriya sofrası... Ye babam ye... İsmail'e vereceğiniz milyon Euro’ların onda birini genç futbolculara verseniz bu kulüp abat olur. Mesela Faruk Can'ı cilalayıp parlatsanız canınız mı çıkar? Beyler, bu gaflet uykusundan uyanın artık... Bu camia bir hayal kırıklığını daha kaldıramaz. Titanic aysberge çarptığında kaptan mağrur bir edayla 'Bu gemiyi Tanrı bile batıramaz' demişti ya, sonrasında yaşanan trajediyi hep birlikte izlemiştik. Sahip olmadığı şeylere üzülmeyen ve sahip olduklarına sevinen, akıllı bir insandır. Aklınızı lütfen kullanın, peynir ekmekle yemeyin.

FENERBAHÇE’YE ÜÇ GOL ATIP GELEYİM!

Sebat Gençlik’in 1978 yılında şampiyon olan kalecisi rahmetli Muharrem abi ile Trabzonspor’un efsanevi futbolcusu Ali Kemal Denizci çok iyi arkadaştır. Her iki isim idmandan arda kalan zamanlarında Karaveli'nin Trabzon Lisesi’nin altındaki kahveye takılır saatlerce tavla veya bilardo oynarlardı. Trabzonspor kulüp binası Hacıkasım'daki Ziyabey sahasının güney tarafındaki küçük tek katlı bina idi. Yönetim orada toplanır kararları orada alırdı. Bordo- Mavili takımda idmanlarını ya Yavuz Selim'de ya da Avni Aker’de yapardı. O yıllarda takım kampa girmezdi. Oyuncular maça bir saat kala Avni Aker’deki soyunma odasında toplanırlardı.

Bir gün Ali Kemal Denizci ve Muharrem abi iddialı bir tavla oynamaya tutuldular. Tavlada Ali Kemal Denizci 3-1 önde iken aklına Fenerbahçe maçı geliyor. Ve "Muharrem bizim bir saat sonra maçımız var. Ben maçı unuttum" der. Tavlayı bırakıp kalkarken rahmetli Muharrem abiye tavlanın kaç kaç olduğunu sorar.

Muharrem ağabey de "3-1 öndesin" der. Bunun üzerine Ali Kemal Denizli, “İyi o zaman evden kramponlarımı alayım, maça gideyim, Fenerbahçe’ye 3 gol atayım sonra gelir tavlaya devam ederiz” der. Sonra evden kramponlarını alıp Avni Aker'e gider. Trabzonspor Avni Aker’de Fenerbahçe’yi 3-1 mağlup eder. Maçtan sonra Ali Kemal Denizci, Fenerli Engin Vereli, Karaveli'nin kahvesine getirir.

Ve tavla yerine bilardo oynamaya başlarlar. Bu esnada eski futbolcu ve Teknik Direktörlerden rahmetli Ergun Kantarcı kahveye gelip bilardo oynamaya eşlik eder. Ergun Kantarcı'nın göbeği olduğundan masaya doğru eğilemez. Ayağını havaya kaldıramaz. Rahat bilardo oynayabilmek için pantolonunu çıkartır iç çamaşırı ile bilardo oynar. İşte eskiden Trabzonspor böyle bir takımdı ve bu tür maceralar asla bitmez! Rahmetli Ergun Kantarcı ve rahmetli Muharrem abi, 1977-78 sezonu 3.Lig Şampiyonu Sebatspor’un kadrosunda yer alan teknik direktörlerden İsmail Batur’un da takım arkadaşlarıydı.

“BU ADAM DELİ MİDİR NE YAPIYOR?”

Yavuz Selim Sahası dendi mi futbol severlerin uğrak, nefes alma ve dinleme yeri idi. Maçları izlerken kimi çayını tostunu kimi köfte ekmek ve içeceğini yudumlardı. Öyle zevkli ve kaliteli maçlar oynanırdı ki, zevkine ve seyrine doyulmazdı. İdmanocağı, İdmangücü, Yalıspor, Gençlerbirliği, PTT arasında kıyası şampiyonluk mücadelesi okurdu. Yavuz Selim Sahası’nın dört bir tarafı seyircilerle dolardı. Geçenlerde İdmanocağı’nın eski kalecisi Kepçe Mustafa’yı Ahmet Başkır ve Ali Türkmen ile birlikte Söğütlü’de ziyaret ettik.

Kalecilik yaptığı yıllardan kalan anılarını anlattı. Kepçe Mustafa, Biz ve Gençlerbirliği şampiyonluğa oynuyoruz. Bu maçı kim kazanırsa büyük şampiyonluk yarışında avantaj elde etmiş olacak. Gençlerbirliği karşısında 1-0 galip durumdayız. Bir pozisyon oldu. Gençlerbirliği’nden bir oyuncu kaleye öyle bir şut attı, herkes gol olacağını zannetti. Ben de geri geri iki üç adım attıktan sonra topa son anda hamle yapıp topu çıkarttım. Bu esnada ayağım filenin içine girdi. Rahmetli Özkan hoca da kale arkasından maçı izliyormuş. Benim ayağımı fileden çıkartmaya çalışıyorum çıkartamıyorum. Özkan hoca da, “Bu adam deli midir, ne yapıyor?” diye bağırıyor. Ben ayağımı bir türlü fileden kurtaramadım. File ile birlikte yüz üstü yatarak topa yumruğumla müdahale edip gole izin vermedim. Kepçe Mustafa’da anı çok anlatmakla bitmez. Amatör kümenin en iyi kalecisi idi. Arkası kalın olmuş olsaydı Trabzonspor kalesini Şenol Güneş’ten sonra koruyacak isim Kepçe Mustafa olurdu.

VENİ VİDİ VİCİ (GELDİM GÖRDÜM YENDİM)

Tokat’taki Zile Kalesi’ne gidenler ya da tarih sayfalarını karıştıranlar bilirler. Kalenin kitabesinde ‘Veni, vidi, vici’ yazar. Roma Generali Julius Sezar Pontus Kralı II. Pharneke ile Zile’de yaptığı kanlı savaşı kazanınca durumu Roma’ya iletir. Gönderdiği mektupta dünya tarihine kazınan ‘Veni, vidi, vici’ (Geldim, gördüm, yendim) sözleri yazılıdır. Tarih daima gerçeklere ışık tutar. Ne eksik ne fazla… Trabzonspor da bir ‘vakanüvis’, günümüze uyarlarsak ‘tarih yazıcısı’ sayılır. Anadolu’dan yola çıkıp ‘Üç İstanbul’ saltanatını yıkıp şampiyonluklara ambargo koyduğunda kendi tarihini kocaman puntolar ve altın harflerle yazmıştı. Dozer Cemillerin, Şenol Güneşlerin, Ali Kemal Denizcilerin, Galip Değerlilerin ve daha nice efsanenin başkaldırı öyküsünü destana dönüştürdükleri Bordo-Mavili Kulüp, Gelişim Ligi’nde şampiyonluk kupasını kaldıran gençleriyle geleceğe gülümsüyor. Grup maçlarında rakiplerine nal toplatıp yarı finalde Fener’i tuzla buz eden, finalde de Galatasaray’ın fiyakasını söndüren Trabzonspor’un gençlerini tüm Türkiye hayranlıkla izledi. Hele kupa kaldırırken yaşadıkları ve yaşattıkları gururu buğulu gözlerle takip ettim. Bir an Trabzonspor efsanelerini gördüm. Kahpece şehit edilen Maçkalı Eren Bülbül geçti gözümün önünden.

Çanakkale Savaşı sırasında üç dönem mezun vermeyen Trabzon Lisesi’nin kahraman öğrencilerini yad ettim. İşte bu, dedim kendi kendime; işte Trabzonlu olmak, işte Trabzonspor’un mazi ile ati arasındaki köprüsü… Oysa şimdi güpegündüz elinde fenerle dolaşıp ‘Adam arıyorum’ diyen Diyojen’e öykünmek ne trajikomik bir şey. Ahmet Ağaoğlu’nun yabancı futbolcu transferindeki inadı Trabzonspor’u tahta kurusu gibi kemirip bitiriyor. Sen kalk bu pırıl pırıl gençler dururken ununu elemiş eleğini asmış futbolcularla şampiyonluk hayalleri kur. Elin oğlu bebeleri kelepir rakamla alıp yetiştirip milyon dolarlarla futbol piyasasına sürerken sen kalk özbe öz çocuklarına üvey evlat muamelesi yap. İşte gördük Kağan Moradaoğlu, Süleyman Cebeci, Hakan Yeşil, Emir Yazıcı, Muhammet Akpınar ve dahası… Manavgat Şelalesi’ne ‘Geldik, gördük, yendik’ diye yazdılar. Hepsi bizim çocuklarımız, hepsi Karadeniz’in hırçın dalgaları gibi kıpır kıpır, hepsi can havliyle ‘Biz buradayız’ diye haykırıyor. Öyle Don Kişot’a öykünüp yaşı geçkin futbolcularla yel değirmenleriyle savaşmaya benzemiyor bu işler. Maazallah ‘Veni, vidi, vici’ diyerek istihareye yattığı uykusu karabasana dönüşürse isilik döker. İşte o zaman küpün ağzını sona kadar açtığı o yabancı futbolcular Bürütüslüğe soyunurlar ki vakanüvislik (tarih yazıcısı) unvanını kaybeder. Benimkisi bir dost tavsiyesi…