Din fıtri bir ihtiyaçtır; hava ve su gibi… Fıtri bir ihtiyaç olan dinin, çocuğun erken yaşlarında karşılanması gerekir.

Herhangi bir ailede dünyaya gelen bir çocuk, hangi ailede dünyaya geldiyse o aileye aittir. Bu çocuğa nasıl ki, “erkek mi, kız mı olmak istersin?” veya “Türk mü, İngiliz mi?” gibi sorular sorulmadıysa, “Müslüman mı olmak istersin? Yoksa Hıristiyan?” gibi bir soru da sorulmaz. Ebeveynler kendi çocuklarını kendi kültürleri gereği yetiştirme hakkına sahiptirler. Kültürlerin önemli bir boyutunu da dinin oluşturduğunu sosyoloji bilimi ile ilgilenen herkes bilir. Eğitimin tanımlarından biri de, “Bireyin kültürlenmesini sağlamak” olduğu akla getirilirse, bireyin yetiştirilmesinde dinin ne derecede önemli rol oynadığı ortaya çıkar.

Toplum geniş kamusal ihtiyaçlarını karşılamak üzere örgütlenerek “Devlet” dediğimiz örgütü kurmuştur. Bu kamusal ihtiyaçlardan biri de eğitimdir. Bu eğitimin içine “din eğitimi” de girer. Bireylerin eğitimlerinden “din”i soyutlarsanız, eğitimin “bütünlük ilkesine” aykırı davranılmış olur. Üstelik dini bilgilerden yoksun olarak yetiştirilen nesillerin, “misyonerlerin” ağına düşme ihtimalleri, din eğitimi almış olanlara oranla daha yüksek olmaktadır.

“Çocuk 18 yaşına kadar hiçbir din eğitimine tabi tutulmamalıdır” biçimindeki görüşler, “Çocuk 18 yaşına kadar hiçbir dil eğitimine tabi tutulmamalıdır” demek kadar kabul edilemez görüşlerdir. Bir Türk ailenin çocuklarına Türkçeyi öğretmesi ne kadar doğal bir hak ise, bu ailenin çocuklarına İslâm Dinini öğretmesi ve bu konuda kendi kurduğu Devlet’ten talepte bulunması da o kadar doğal bir haktır. Türkiye’de devlet, Diyanet İşleri marifetiyle camiler aracılığı ile toplumun dinini öğrenme hakkını kullandırmaktadır. Doğduğu anda sadece bir canlı varlık olan çocuk, içinde doğduğu ailenin kültürünü tanıyarak eğitim sürecine girerek “kişi” olmaktadır. İnsan olma süreci olan eğitim, insan hayatı için beşikte başlayıp mezara kadar sürer. Bu süreçte çocuğun sosyalleşmesi gerçekleşecektir. Sosyalleşmeye başlayan çocuk, önce ana/baba ve ailenin diğer bireyleri ile etkileşim sonucunda toplumun uyumlu bir üyesi haline gelir. Bundan sonra okul, cami gibi kurumlar devreye girer. Çocuğun öğrenmesi onun insan olmasına yardım eder. Öğrenme aileden başlayan bir süreçtir. Toplum kültürünü tanımaya başlayan çocuk, ailenin kültürünün bir parçası olur. Bu kültürün bir boyutu da dindir. Öyleyse çocuk ne kadar erken zamanda toplum kültürünü tanırsa o kadar sağlam bir kişilik kazanmış olur. Çocuklara erken yaşlarda din öğretmenin hiçbir pedagojik bulgu ile çeliştiği bilinmemektedir. İsveç’te bir okul öncesi eğitim kurumunu ziyaret etmiştik. Okuldaki öğrencilerle ilgili bir dosyayı incelemek üzere önümüze koydular. Dosyanın birinci sayfasında Hz. İsa’nın fotoğrafı vardı. Anlaşılan o ki, çocukları toplumun uyumlu bir üyesi yapmanın ilk dersi, Hz. İsa’yı tanımak olarak uygulanıyordu. Bu durum toplumun hiçbir kesimi tarafından “çağdışı” olarak değerlendirilmiyordu. İnsan fıtratında hiçbir değişiklik olmadığına göre, dinin çocuklara öğretilmesinin de hiçbir çağdışılığı yoktur.

Din doğal bir ihtiyaçtır; bu, psikoloji ve sosyoloji biliminin kabul ettiği bir gerçektir. Buna göre bu ihtiyacın karşılanması doğal bir hak olarak karşılanmak zorundadır. Burada önemli olan gerçek dinin öğrenilmesidir. Aksi halde gerçek dini öğrenemeyen bireyler, bu doğal ihtiyaçlarını başka biçimlerde karşılama yoluna gideceklerdir. O nedenle devletin, bu işte devreye girmesi bir zorunluluktur. Camilerin din eğitimi için bir araç olarak kullanılması camilerin doğal rollerinden biridir. Toplum devletten camideki din eğitimi ihtiyacını karşılamak üzere gerekli tedbirleri almasını beklemektedir. Aksi halde hiçbir dine girmeyen inançların, toplumda yaygın bir biçimde yer almasının önünü almak mümkün olmayacaktır.