Avrupa'daki İslâm karşıtlığı ve Türk düşmanlığı sanıldığından daha eskidir. Batı, hemen her dönemde İslâm dinine ve onun değer(li)lerine önyargıyla bakmıştır. Mevcut durum bu iken Johann Wolfgang von Goethe adında evrensel düşünceli bir mütefekkir dünyaya gelerek bu yanlış gidişe son vermiştir. Şark’a ve İslâm dünyasına yoğun ve samimi ilgisi, sevgisi ve hayranlığıyla tanınan Goethe; peşin hükümlerden sıyrılarak, başta son hak din olan İslâmiyet olmak üzere bütün dinlere, kültür ve medeniyetlere nesnel bir bakış açısıyla bakmıştır. Hatta bu bakış açısı, zaman içerisinde İslâm hayranlığına dönüşmüştür.

Goethe;  Avrupa devletlerinin çoğunda görülen, adeta bir furya hâline dönüşen İslâm düşmanlığından çok uzaktı. Onların aksine İslâm medeniyetine, eşsiz güzellikler barındıran İslâm sanatına  yakın duruyor, İslâm düşüncesine sıcak bakıyordu. "Doğu Batı Divanı" adlı eserinde ayet ve hadisleri ele alarak onları açıklamaya çalışıyordu. Aynı Goethe “Doğu Batı Divanı” nda, kendisinin Müslüman olduğu yönündeki söylentiyi de reddetmemekteydi.

Goethe; İslâm dini­ne, kültürüne ve klasik İslâm şairlerine büyük bir ilgi duymuştur.  Onun Türk ve İslâm kültürüne, düşünürlerine, Türk ve İslâm şairlerine ve devlet adamlarına dair söyledikleri bizim için çok değerlidir. Goethe’nin bu çerçevede başta Hafız, Şeyh Sadi, Firdevsî, Enverî, Nizâmî, Mevlânâ, Molla Cami, Yavuz Sultan Selim, Ebussuûd, Seydi Ali, Nişancı Mustafa Çelebi (Nişânî), Muhammed Lâlezârî, Fıtnat Hanım, Timur, Nasreddin Hoca gibi İslâm âleminin seçkin şair, düşünür, devlet adamı ve nüktedanları hakkındaki düşünceleri çok önemlidir. Bu şahsiyetlerle ilgili müspet yorumları ,onu İslâm âleminde değerli kılmıştır.

İslâm'a büyük bir sempati duyan Goethe, İranlı büyük şair Hâfız-ı Şîrâzî (Hâce Şemseddin Muhammed)'nin hayranıydı. Öyle ki "Hafız benim kardeşimdir" diyecek kadar. Onun tarihçi Hammer tarafından Almancaya çevrilen Divan'ını seyahatlerinde bile yanından ayırmadan, gece gündüz demeden, ezberlercesine okurdu. Okuduklarından fevkalâde etkilenerek ona büyük saygı duyardı. Doğu kültür ve medeniyetine onun sihirli penceresinden bakardı. Goethe, Batı Doğu Divanı'nı Hâfız'ın ikliminde onun Divan'ının  tesiriyle yazılmıştır.

Goethe'nin Kur'an-ı Kerim'le ilk teması Weimarlı askerlerle bağlantılıdır. Bu askerler İspanya seferinden döndüklerinde yanlarında el yazması bir Kur'an sayfası getirmişlerdi. Kur’an’ın 114. sûresi (Nâs) olan bu yazma, belli bir zaman sonra Goethe’nin de eline geçmiştir. Bu yazma sayfayla karşılaşan Goethe; çok heyecanlanmış, söz konusu sayfayı benzetmeye çalışarak bir de kendi el yazısıyla yazmıştır. Yazma sayfadaki ayetin ne anlama geldiğini çok merak eden Goethe, onu Jena Üniversitesi Şarkiyat profesörü Georg Wilhelm Lorsbach’a gönderip tercüme ettirmiştir. Ayette  "De ki: Cinlerden ve insanlardan; insanların kalplerine vesvese veren sinsi vesvesecinin kötülüğünden, insanların Rabbine, insanların Melik'ine, insanların İlâh'ına sığınırım." şeklinde ifade edilen mânâdan çok etkilenmiştir.

Filozof Herder'in tavsiyesiyle George Sale'nin Kur'an çevirisini okuyan Goethe'nin Müslümanların kutsal kitabına olan ilgisi ve sevgisi artarak devam etmiştir. O, 1772'de İslâmiyet aleyhtarı bir önsözle yayımlanan rahip Friedrich David Megerlin'in Kur'an çevirisi hakkında bir eleştiri yazısı kaleme almıştır. Zira Megerlin, yaptığı Kur'an çevirisinin mukaddimesinde iyice küstahlaşarak İslâm Peygamberinin (Hz. Muhammed(sav)'in) yalancı olduğunu söylemiştir. Bunun üzerine öfkelenen Goethe, "Frankfurter Gelehrten Anzeige" dergisinde yayımladığı yazısında; Megerlin'in çevirisinin başarısız olduğunu, Kur'an'ın, yazılanlarla kıyaslanamayacak derecede yüce fikirler taşıdığını belirtmiştir.