“Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi” 1 Ağustos 2014’te yürürlüğe girmiştir. 81 maddelik sözleşme 24 Kasım 2011’de TBMM’de  kabul edilerek yasalaşmıştır. Fakat tartışması hâlâ bitmemiştir.
 
Günümüz Batı insanı "toplumsal cinsiyet eşitliği" kavramıyla aslında kadının fıtratının erkekten farklı olduğunu göz ardı etmekte,  onu bir şekilde eşitlemekte; böylelikle gerçekte kadına iyilik etmemekte, onu kaldırması müşkül ağır bir yükün altına sokmaktadır. Bu yaklaşım sosyal statü ve rolleri öncelemekte, kişinin varoluşsal gerçekliğini dikkate almamaktadır. Kadını erkekle sözde eşitleyen bu seküler(modern/postmodern) bakış açısı eşitlik kandırmacasıyla onu ilâhî ve insanî adaletten mahrum bırakmaktadır. Oysa kadın kadındır, erkek erkektir. Bu iki öznenin tekleştirilmesi gayreti yaratılışa da aykırıdır. Kadınların giderek erkeklere benzetilmesi, erkek rollerine soyundurulması onlara zulümdür. "Erkek ne yaparsa kadın da onları yapar/yapmalıdır" anlayışı sakat bir mantık ürünüdür. Bu mantık(sızlık) kadını kendi olmaktan çıkarmış, ne idüğü belirsiz bir kisveye büründürmüştür.
 
İstanbul Sözleşmesi'ndeki yanlış yaklaşımlardan bir diğeri de cinsel yönelimlere bakış açısıdır. Bu bakış açısında farklı cinsiyet eğilimleri toplumu tehdit etmektedir. Bugüne kadar birer tabu olan bu eğilimlerin meşrulaştırılması geleceğimiz açısından kaygı vericidir.
 
İstanbul Sözleşmesi, bundan evvel konuşulması bile mümkün olmayan bu eğilimleri hoşgörü şemsiyesi altına almaktadır. Bu durum ilerleyen zamanlarda farklı cinsiyetler arasındaki evliliklere kapı aralayacaktır. Günümüz Avrupa'sında bunun ilk örneklerini görmekteyiz. Ülkemizde de LGBTİ tarzı örgütlenmeler bu mikrobun bize de bulaştığını gösteren somut örneklerdir. İnançlarımızla alay eden bu dernekler devlete kafa tutar hale gelmiştir. Bu gibi çirkin oluşumlar yakın gelecekte ailemizi ortadan kaldırmaya, yerine ilhamını lutilikten alan utanılası sakat bir yapı kurmaya kalkacaktır. Bunun önüne geçmeliyiz.   Sözde modern bakış açısıyla kadını erkeğin karşısına dikenler, yaşanan bütün olumsuzlukları ataerkil aileye mahsup etmektedir. Onlara göre yaşanan şiddet olayları dine ve geleneklere dayanmaktadır. Güya kadın ne kadar serbest ve başına buyruk bırakılırsa çirkeflikler o kadar önlenir. Oysa onların dillendirdiği bu anlayış, kaosun fitilini ateşler.
 
Eşcinselliği meşrulaştırarak bin yıllık geleneksel aile yapımızı yıkmayı hedefleyen İstanbul Sözleşmesi, aile kalesini teslim alma girişimidir. LGBTİ(Lezbiyen, Gey, Biseksüel ve Transgender, İntersex)  tarzı örgütler bu sözleşmeyi büyük bir takdirle ve sevinçle karşılamışlardır. Bu sözleşmenin kabulünden sonra da resmen dernekleşmişlerdir.
 
“Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi” kabul edildikten sonra, amaçlandığı gibi kadına şiddet azalmamış, aksine daha da artmıştır. Çünkü bu sözleşmeyle kadınla erkek birbirinin rakibi veya düşmanı gibi gösterilmiştir. Bu da iki cinsiyet arasında kutuplaşmalara neden olmuştur.
 
İstanbul Sözleşmesi'nde karı koca arasında arabuluculuk sistemi yasaklanmaktadır; şikâyet bir kez yapıldıktan sonra bir daha geri alınamamaktadır. ‘Tedbir kararı almak için şiddet uygulandığına dair belge veya delil aranmaması’;  şiddet uyguladığı iddia edilen babanın apar topar evden uzaklaştırılması mevcut yarayı daha da kanatmakta, hatta kangren olmasına yol açmaktadır. Bu durum yeni şiddet olaylarının doğmasına sebep olmaktadır.
 
Avrupa menşeli bir kanun olan İstanbul Sözleşmesi'nin çoğu maddesi Türk halkı için uygulanır olmaktan uzaktır. Bu sözleşmenin Türkiye’de yasalaştırılmış hâli olan  6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun'un aileyi korumaktan çok, dağıtma riski mevcuttur. Onun içindir ki bunda Avrupa Birliği’nin 27 üyesinden sadece on dördünün imzası vardır ki bazıları söz konusu sözleşme metnine çekince düşmüştür.
 
Millet olarak İslâm dinini hakkıyla ve lâyıkıyla anlasak ve yaşasak aile içi şiddet diye bir meselemiz olmaz. Çünkü gerçek Müslüman hiç kimseye zulmetmez; herkese adil davranır. İslâmiyet'in yegâne kutsal kitabı olan Kur'an-ı Kerim ve hadisler var oldukça bizim Batı'dan akıl ve kanun almamıza gerek yok. Onların kanunları bizim toplumumuzu ifsat eder.