Bir toplumu taklide iten birçok etken bulunmaktadır. İtaati ön plana çıkarmak, insanları tek düze hâline getirmek isteyen kişiler, ritüel tarzındaki bazı hareketleri insanlara dayatarak bireylerin tabiiyetini kuvvetlendirebilirler. Bu tarz eylemler kasıtlı eylemlerdir ki alışkanlık hâline dönüştürüldüğü zaman daha tehlikeli durumlara neden olabilirler.

Bazen de otoritenin herhangi bir baskısı olmadan kendisini daha düşük gören kişilerin, özenti şeklinde başkalarını taklide yönelmeleri vardır ki bu taklit çeşidi hastalıklı bir düşüncenin ürünü olarak kendini göstermektedir.

Taklidin olduğu yerde kabiliyetli kişiler ile kabiliyetsizler eşitlenir. Düşünme, üretme, icat etme potansiyeli olan kişiler bu kalabalıklar arasında kaybolur. Onların aykırı düşünmeleri, farklı fikirler ileri sürmeleri eksiklikleri olarak görülür. Nakaratın bol olduğu topluluklarda sesi güzel olanların öne çıkması çok daha zor bir durumdur.

Taklidin yaygın olduğu topluluklarda var olanı tekrar etme potansiyeli olan bireyler ön plana çıkar, alkışı onlar alır, onlar emek harcamadan, kafa yormadan ucuz kahraman olurlar.

Genelde kültürel olarak zayıf olan toplumlar, kendilerinden güçlü gördükleri toplumları taklit eder, ona benzemeye çalışır, ona benzedikçe kendilerini diğerlerinden üstün olarak görürler. Bu nedenle aşırı taklitçilerin kendilerine ait bir düşünce dünyaları, bakış açıları olmaz.Onlar düşünme ve üretme konusunda ilk adımın karşı taraftan gelmesini beklerler, karar almaları gereken konularda başkalarının ne yaptığını, nasıl yaptığını merak eder, onu görmeden hareket edemezler.

Kendini üstün görenler, başkalarını asla taklit etmezler.Taklit zayıflıktan doğar, tekrar edilerek zamanla anlamsızlaşır. Çünkü bir hareketin manasını bilmeden tekrar edenler, düşüncenin değil eylemin taşıyıcısı olurlar.

Taklitçi toplumlar daha ziyade tüketici olurlar, onlar ürettikleri ile değil tükettikleri ile öğünürler. Hiçbir alanda kendine ait bir yaşam ve üretim tarzı oluşturmayan, bir nesnenin veya bir fikrin üretiminde çağdaşlarına göre daha iddialı bir eser ortaya koyamayan ve başkasının yaptıklarını kullanan ya da onları taklit eden milletler, kendi ürettiklerinin gururunu yaşayamaz, başkalarının hayranı olarak varlıklarını devam ettirirler. O zaman başkaları üretir onlar kullanır; başkalarının ürettiğini kullanmakla ilerlediklerini, geliştiklerini sanırlar.

Taklit, bir milletin fertlerinin zihinlerini tembelliğe iter, onlar bir sorunla karşılaştıklarında en kısa yoldan sonuç almak için taklidi bir çare olarak görürler. Bu durum kısa sürede makul bir hareketgibi görünse bile uzun vadede çok büyük tehlikeyi içinde barındırır. Balık tutmaya değil de balık almaya alışanların kaderini balıkçılar belirler.

Ağacın içini oyan kurt gibi taklit de bir milletin içini oyarak uzun vadede onun ayakta kalmasına engel olur.

Elbette tecrübe görmüşkişilerinbu tecrübesinden yararlanmak aklı kullanmanın gereğidir. Fakat bu durum bir sürek hâline dönüştüğü zaman sorun olmaktadır.  Tarihi süreç incelendiği zaman, büyük devlet kurma, büyük millet olma vasfını yakalamış tüm milletlerin kendine güvenen, başka milletlere biraz tepeden bakan, onlarla rekabete girmekten korkmayan nesiller yetiştirmek gibi ortak vasıfların olduğu görülmektedir.

Bu milletin evlatlarına kendilerine güvenmeleri, çalışmaları ve yabancı milletler karşısında asla komplekse girmemelerini, taklitçi olmamalarını öğretmek, Türk gençliğine verilmesi gereken en önemli meziyetler olacaktır.