Ankara'da,
18 Nisanda başlayan ve dört gün süren Trabzon Etkinlikleri 21 Nisan Pazar günü sona erdi.
Organizasyon güzeldi.
O nedenle,
Trabzon Kültür ve Turizm Müdürü Ali Ayvazoğlu ve ekibini  kutluyorum...
***
Açılışa Trabzonlu siyasetçiler,
Bürokratlar ve kalabalık bir halk topluluğu katıldı.
***
Bu organizasyon her yıl olduğu gibi adeta bir vuslat.
Bir büyük buluşma şeklinde cereyan etti.
Bu arada ihtiyaçlar karşılandı.
Noksanlar giderildi...
***
Taka Gazetesi olarak her zaman bu etkinlikleri önemsemişizdir.
Bu itibarla Taka Gazetesi İmtiyazlı sahibi Zeki Sancak,
Genel Yayın Yönetmenimiz Yusuf Turgut,
Taka FM'den Nihat Kumaş ve Teknik çalışanı Ali Altuntaş
Ve Haliyle Olmazsa olmazımız Şenol Şensoy ve
Bendeniz Harun Yavruoğlu olarak Birlikteydik.
***
Ankara'da açtığımız bu 43. Karikatür Sergimizdi.
Sergimiz,
Her zaman olduğu gibi yine sanatseverlerin büyük ilgisini gördü.
***
Sergimizde,
Ekonomik sorunlar,
Aile içinde yaşanan;
Kadına,
Çocuklara şiddetin yanısıra;
Doğaya,
Ve hayvanlara  yönelik şiddetin de çirkinlikleri yansıtıldı.
Sigara ve kumarın  zararları,
Demokrasinin erdemi,
Terör ve arkasında bulunan güçler,
Filistin'de  İsrail'in bitmeyen zulmü,
Aydınların ve  Kültür/Sanat insanlarının itilmişliği,
Yozlaşan Kentleşmeler,
Camiler ve kubbeler şehri İstanbul'un ranta yenilgisi,
Barış ve huzur için sevginin erdemi  karikatürlerle çarpıcı bir şekilde yansıtılmıştır.
***
Dedim ya ilgi ve alaka güzeldi.
Kavuşmalar ve kucaklaşmalar güzeldi...
Peki eleştirilecek hiç bir şey yok muydu?
Vardı elbet.
Hem de çok vardı.
***
Artık Bu AKM Ankara'ya yakışmıyor.
Türkiye'nin çeşitli illerinden kalk Başkente gel ve izbe sayılacak,
Ekonomik ömrü dolmuş bir binada "buluşalım" devri bitmeli artık.
Bu etkinlikler için daha keyifli mekanlar düşünülmelidir.
***
Sonra,
Anlamadığım bir şey de,
Bu belediyelere kocaman kocaman mekanların tahsis edilmesi.
Bir tarafta sanat alanları.
Yazarların/çizerlerin,
Bu memleketin gözbebeği aydınların kıytırık bir şekilde kıyılara kenar süsü gibi yapıştırılmaları,
Bunun da nedenini yer darlığından kaynaklanması(!)  üzücüdür.
Hatta bir dostum,
"Senin gibi bir üstadın bu duvar diplerinde tutulması hiç hoş değil.
Baksanıza karşınızda kocaman bir alan.
Sanki Amerikan büyükelçiliği,
Üstelik içinde üç kişi beş kişi."
***
Evet, aynen de öyle.
Nedendir belediyelere standart bir alan verilmez.
Neden her belediyenin alan ölçüleri faklı?
Neden artan alanlara kültür/sanat için,
"E, sizde buralarda takılın" der gibi yaklaşılır.
***
Neden,
Ankara'nın göbeğinde internet sorunu yaşanır?
Neden tüm çabalara rağmen yıllardır bu sorun çözülemez.
Öyle ya,
Dünyanın en kıytırık şehirlerinden,
Hatta bırakın şehri,
Köylerinden/dağlarından dahi  canlı yayınlar bir cep telefonuyla yapılabilirken,
Ankara'da,
AKM' de telefonla dahi konuşamadık.
Ve yıllardır aynı sorun...
***
Bakınız!
Bu etkinlik,
Sayın eski Spor Bakanımız Faruk Özak zamanında başlar.
Gerekçesi de;
Hrant Dink'in Bir Trabzonlu tarafından İstanbul'da,
Rahip Santoro'nın Trabzon'da öldürülmesidir.
***
Evet,
Bu cinayetlerin ardından,
Tarih ve medeniyet şehri Trabzon'umuz birden bire,
Dünyada,
Özellikle de Hıristiyan aleminde nefretin sembolü olmuştur.
İşte bu algının kırılması için,
Sayın Faruk Özak, o meşhur açıklamasını yapmış,
"Trabzon, Türkiye'de metrekareye en fazla sanatçı düşen şehirdir" demiştir.
Demiştir ama,
Bu Trabzon buluşmalarında,
Maalesef en az rastlanan sanatçılar ve onların eserleri olmaktadır.
En çok alan işgal edenler  ise,
Belediyeler,
Peynirciler.
Köfteciler olmuştur.
***
İşte demem o ki,
Artık bu etkinlikler böyle devam etmemelidir.
Bu etkinlikler,
Sadece mideye değil,
Kültüre de,
Sanata da azami katkı vermelidirler.
Ki dedim ya, bu etkinliklerin  başlama gerekçesi,
"Trabzon bir kültür şehridir" algısı içindir.
Ama ne yazık ki,
Öne çıkan,
İncik/boncuk
Tereyağı ve peynir olmuştur.
***
Dilerim, 2020 yılında bu görüşlerim dikkate alınır.
Alınmazsa,
Buradan üzülerek açıklıyorum:
Bir sığıntı,
Bir dolgu malzemesi  gibi artık Ankara'ya gitmeyeceğim!

KINIYORUM!

Şiddete şiddetle karşıyım.
Şiddeti çağrıştıran nezaketsiz naralara karşıyım.
Yıllarca politikacılarımıza,
"Lütfen sevgi dilini kullanın!"
Dedim yazılarımda,
Hatta çizdim karikatürlerimde...
Çünkü,
Bu ülke bizim.
Bu millet bizim.
Bu demokrasi bizim.
***
Evet, ben ne yazık ki,
Başbakanların yumruklandığını bilirim.
Başbakanken Süleyman Demirel'in yumruklandığında,
Televizyon karşısında fena halde duygulanmış hatta ağlamıştım...
Mesut Yılmazın Bulgaristan'da bir otelde dövülerek burun kemiğini kırıldığını bilirim.
Hepsinde de o yumrukları ben yemiş  gibi acısını yaşadım.
Çünkü şiddete karşıyım.
Ayrıca, 
O yumruklar saldırıya uğrayan liderlerin nezdinde tüm halkımıza vurulmuştur.
Demokrasiye vurulmuştur.
Huzurumuza vurulmuştur...
***
Evet,
İstemesek de Başbakanları döven bir münafık ruhun kirli ellerinin  saldırıları olmuştur.
Ama son yıllarda illa da, Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanını  Kılıçdaroğlu'nu dövme girişimleri,
Mutlak bir hastalık halini almış görünüyor...
Kınıyorum!
Bunların arkasında kim ve kimler varsa nefretle kınıyorum!
Bu bizi bize düşürme eylemine dönüşmeden yanlarında ve etraflarında kimler varsa bulunmalı ve gereği acilen yapılmalıdır.

ANKARA'NIN HAVASI

Taka'nın Ankara temsilcisi,
Sevgili Tacettin Çebi her zaman olduğu gibi yine bizi yalnız bırakmadı,
Hep yanımızda oldu.
Gölbaşı'nda özel izin alarak otomobille dolaştık.
Tepelere kar yağmıştı.
ODTÜ' nün kontrolünde muhteşem bir mesire alanı
Ankaralılar için büyük bir şanstı.
***
Ankara'nın havası soğuktu.
İlk defa  Karadeniz havasını yaşadım Ankara'da.
"Acaba Trabzon Günleri nedeniyle,
Sevgili hemşerilerim Ankara'da diye mi,
Bu ıslak ve yapışkan soğuk..." diye düşünerek gülüşdük.

***
Dedim ya,
Ankara'nın havası biraz değişuk oldi.
Mansur Yavaş'ın koltuğa oturmasından sonra,
Hınzır bir sessizlik var Ankara'da.
Sanki bir intikam mevzuu varmış da,
O intikamı  almış gibi bir durum sezinledim dolmuş şoförlerinden.
Sessiz ve biraz da ürkek ve müstehzi tebessümler...
İşte böyleydi Ankara'nın havası.

 FIKRA

Roma'da dünyaca ünlü San Pietro Kilisesi'nde büyük bir pazar ayini...  
Görkemli bir dinsel tören..  
Papa bile katılıyor.  
Koskoca meydan mahşer yeri gibi.  
Kilisenin içi de dışı da tıklım tıklım.  
Bu arada kilise kapısında iki adam özellikle dikkati çekiyor.  
İkisinin de boynunda kocaman birer levha asılı.  
Birinde "Ben koyu bir Hıristiyan'ım, lütfen bana yardım ediniz" yazılı.  
Ötekinde ise sadece "Ben koyu bir Yahudi'yim" yazıyor.  
Tabii ki kiliseden çıkanlar Hıristiyan olduğunu ifade eden adama yanaşıyorlar ve ellerini ceplerine atıp cömertçe bir şeyler veriyorlar.  
Yahudi olduğunu ifade eden adamda ise siftah yok.  
Bu arada kiliseden çıkan iyi niyetli biri "Yahudi'yim" yazısı taşıyana sokuluyor.  
"Bana bak kardeş" diyor,  
"..dürüstlük iyi bir şey, ama binlerce Hıristiyan kiliseden çıkarken, senin Yahudi olduğunu böyle aleni olarak ifade etmen kanımca hiç de akıllıca bir hareket değil.  
Bak kimse sana para da vermiyor zaten..  
Bence çıkar o yazıyı boynundan, sen de şu Hıristiyan gibi..." deyince;  
Boynunda "Yahudi'yim" yazılı adam "Hıristiyan'ım" yazılı olana dönüp sesleniyor:  
- Heey Salamon!  
Herife bak be!  
Gelmiş bize ticaret öğretiyor..