Doğu Türkistan deyip de geçmemek lâzım. Burası Türk-İslâm kültürünün temel dinamiklerinden olan din, dil, kültür, edebiyat ve sanat için mümbit bir toprak olmuştur. Kaşgarlı Mahmud, Yusuf Has Hacib, Hoca Ahmet Yesevi gibi büyük şahsiyetler bu topraklarda yetişmiş; Dîvânu Lügâti't-Türk, Kutadgu Bilig ve Divan-ı Hikmet gibi eserler bu lâtif ve munis iklimde yeşermiştir. İlk yazılı hukuk, ilk yazılı edebiyat ve ilk basılı kitap bu coğrafyada hayat bulmuştur. Yine ilk yer altı su kanalları bu bölgede inşa edilmiştir.  

           

Çin'in zalim yöneticileri Kaşgar’da, Urumçi’de, Turpan’da ve Hoten’de her gün işkencelerini artırmakta, zulümde sınır tanımamaktadır. Bugün Doğu Türkistan, kelimenin tam anlamıyla kızıl kıyameti yaşıyor dersek yeridir. Bu mahzun coğrafyada yaşayan 35 milyon Uygur Türk'ü sadece Müslüman oldukları için insanlık dışı muamelelere maruz kalıyor. Aileler çil yavrusu gibi dağıtılıyor, birbirinden koparılıyor. Kadın erkek, yaşlı genç demeden Uygur kökenli insanlar kamplarda işkence görüyor. İnsanlık can çekişiyor.

           

İnsanlıktan nasibini almayan komünist Çin, dün olduğu gibi bugün de, Uygur Türklerini dünyanın gözü önünde ısrarla ve planlı bir şekilde imha ve soykırıma tabi tutmaktadır. Bir milyonu aşkın Uygur Türk'ü toplama kamplarında kültürel asimilasyondan geçirilmektedir. Son olarak aralarında meşhur profesörlerin, şairlerin, yazarların, akademisyenlerin ve gazetecilerin de bulunduğu 150’den fazla isim gözaltına alınmıştır. Bu kişilerin akıbetleri bilinmemektedir. Fakat çoğunun hapiste, tecrit ve ikna odalarında olduğu, buralarda fiziksel ve ruhsal işkenceler gördükleri tahmin edilmektedir.  

           

Zalim Çin yöneticileri Uygur Türklerinin çoğalmaması için ellerinden geleni yapmaktadır. Bu çerçevede Uygurlu kadınların çocuk doğurmasına engel olunmakta, birçoğu kürtaja zorlanmaktadır. İnsanlık fukaraları, bu zulmü doğum yapanların bebeklerini öldürmeye kadar vardırmaktadır. Böylece Uygur Türklerinin çoğalmasının önüne geçtiklerini sanmaktadırlar. Bütün bunlar bireysel eylemler olarak değil, kelimenin tam anlamıyla devlet terörü şeklinde gerçekleştirilmektedir. Oysa bu hain ve vahşi eylemler Uygurların mücadele azmini bilemektedir. Geride kalanlar, ölenlerin intikamını almak için ant içmektedir.

Ülkesindeki azınlıklara insanca muameleyi reva görmeyen kızıl Çin, Çinceyi ana dili olarak benimsemeyenlere iş ve aş vermemektedir. Çinliler kendilerini ayrıcalıklı saymaktadır. Uygur kökenli Müslümanlardan, eğitimde kendi dilini Çinceye tercih edenlere ilkel bir eğitim ortamı dayatmaktadır. Çinceyle eğitim görmek isteyenlere ise modern ortamlarda çağdaş eğitim vermektedirler. Vahşetin kol gezdiği Çin’de, başta Uygurlar olmak üzere, anadillerinde eğitim görmek isteyen azınlıkların iş almaları imkânsız denecek kadar zordur.

Mazlum ve çilekeş Uygurların arka dağı Türkiye'dir. Türkiye, ümmetin yetimi olan bu kardeşlerimize sözde değil, özde tam destek verebilse Çin bu kadar zulüm yapamaz. Türkiye'deki medya organları Doğu Türkistan'da olup bitenlere nedense sağır kalıyor. Bu kardeşlerimiz adeta kaderine terk edilmiş durumdadır. Türkiye'nin Doğu Türkistanlı kardeşlerimizin çektiği sıkıntılar karşısında sessiz kalma hakkı yoktur. Tarih bize onlara sahip çıkma mesuliyetini yüklemiştir. Gözden ırak olan Doğu Türkistan, gönülden de ırak olmasın.

Ey vicdanı sağır dünya, ey insanlık iş işten geçmeden gözlerini aç ve Doğu Türkistan’da yaşanan insanlık dramını gör! Bigane kaldığın bu hadise bir gün senin de başına gelebilir. Adalet herkese lâzımdır. Allah katında hiç kimse üstün ırka sahip değildir. Üstünlük ancak takvadadır. İnsan hakları palavrasını ağzında sakız eden hovarda demokratlar, siz de yaşananları görün ve sesinizi yükseltin! Bu insanların yerinde sizler de olabilirdiniz. Bizim inancımızda “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” anlayışı yoktur. Kötü her yerde kötüdür. Zehirli yılanın ve yalanın masumiyeti olmaz. Yılan yılandır ve tez elden başı ezilmelidir. Körpe çocukların hayalleri, uçurtmalar misali masmavi göklerde sonsuzluğa kanatlanmalıdır.