Kendi çapımda yaptığım tüm çalışmalar insana yönelik oldu. Köyümü nasıl güzelleştirebilirim, içinde barınan kişilere nasıl yardımcı olabilirimin derdinde oldum hep. “İnsanın olduğu yer güzelleşmeye değer” düşüncesiyle herdaim araştırdım, çok okudum, öğrendiklerimi de ziyadesiyle paylaşıma açtım...
923 yılında yılında yaşadığım köyüm Rum’ların yaşam alanıymış. Yeni muhtar olduğum dönemim di. Bir gün seksen yaşlarında olan ama gayet dinç olan bir teyze geldi yanında tercümanıyla köyümüze. Üzüm asmasının altında oturduk, eşim hemen çay demledi ve başladık sohbete. Yaşlı teyze etrafı gözlerinden süzülen yaşlarla incelerken, dilinden anlamadığım cümleleri ard arda sıralıyordu, tercümanı bana aktarıyordu. Bir ara teyze ayağa kalktı ve yatlı bir koku aldığını söyledi. Evet güzel bir koku yayılmıştı ortalığa, o güzel ve lezzetli kokunun aşağı mahalleden yayıldığını söyledim. Bizim buralarda kapı önlerinde yakılan ateşin üzerine oyulan sacın üzerinde yufka yapar hanımlar dedim ve az müsaade alarak onları eşimle sohbete devam etmelerini söyleyerek ayrıldım yanlarından.
Elimde tepsi ile döndüm, içinde sıcacık çökelekli yufkalarla ve bir sürahi ayran vardı. Masaya koydum ve buyurun afiyet olsun dedim. Yaşlı teyze bu sunumdan çok mutlu oldu, mutlu oldu olmasına ama ilginç bir şaşkınlık içindeydi. Nedenini sordum aldığım cevap toplumum adına çok üzücüydü.
“ Dünyanın hiçbir yerinde bu nazikliği bulamayacağını, Atalarınında dahil olmak üzere Türkler barbardır, dostluklarından kaçının gibi söylemleri ile büyüdüklerini ve bu sözleri kendilerinden sonra gelen nesillere aktardıklarını söyledi.”
Oysa şimdi bizzat şahit oluyorum ki TÜRKLER ÇOK İYİ NİYETLİ VE ÇOK CÖMERTLER dedi...
Biz Türkler asırlardır misafirperveriz, iyi niyetimiz iyiliğe göredir, damarımıza basılmadığı sürece kimse bizden zarar görmez dedim ve teyze gülümseyerek gözlerimin içine baktı. Keyifle yedi ikramları ve “ çok güzel, çok güzel” diyerek mutluluğunu dile getirdi. Sonra bana döndü ve dedi ki;
Benim burada incir bahçem varmış, beni oraya götürebilir misiniz?
Bir anda içimde tarifsiz bir acı hissettim!
Acımın sebebi o incir bahçesinin virane görüntüsüydü. Nasıl bir açıklama yapmam gerektiğini bilemedim ama çok uzaklardan bu yaşına rağmen buraya gelen bu teyze burayı görmeliydi. Kim bilir belki de bu onun son arzusuydu!
Gittik. Tercümanın kolunda etrafı hıçkırıklarla inceleyen ve zorla yürüyen bu teyze kendi dilinde hiç susmadan dualar ediyor ve yakarışlarda bulunuyordu.
Ne mümkündü kayıtsız kalmak. Orada hepimiz onun yürek sesine, söz yaşına kapıldık gittik. Günün sonunda vedalaşarak onları yolcu ettim.
Aradan yaklaşık üç yıl geçti. Üç-beş kişilik yabancı bir gurup yine kapımızı çaldı. Ama onun öncesinde ben hem insan olarak hemde köyümün Muhtarı olarak bu olayın etkisinde ve üzüntüsünde kaldım ve burayı yani Rum’ların geçmişlerine saygımdan incir bahçesini güzelleştirmeyi kafama koydum. İl’in ve ilçe’nin mülki amirlerine durumu detaylıca anlattım. 923 yılından beri yemişini yediğimiz ve meyvesini vermeyi hiç kesmeyen bu incir bahçesine bakım yapmamız gerektiğini anlattım. Kolay olmadı tabi bunu kabullendirmek lakin sonuç olarak bahçenin gerekli tüm bakımları yapıldı. Bu durum beni manevi doygunluğa ulaştırdı, sanki üzerimden bir yük kalktı. Çünkü o yaşlı teyzenin geçmişine sahip çıkmıştım!
Fakat yeni gelen bu üç-beş kişilik gurubun içinde öyle birisi vardı ki: uzun boylu, sarışın çok hoş bir hanımdı. Her zamanki yerde yani asmanın altında çay eşliğinde başladık sohbete. Bu genç ve hoş hanım avukatmış. Tıpkı yıllar önce gelen yaşlı teyze gibi gözleri dolu dolu etrafı inceliyor dili döndüğünce anlatmaya çalışıyordu, İstanbul’da yaşıyormuş, az Türkçeye vakıf. Bu defa bu olay karşısında onların geçmişlerine sahip çıkmanın onuru ile onları dinledim. Genç hanım birara gözlerime derin derin baktı ve; beni köyüme götürebilir misiniz dedi!
Köyüm dediği yer şehre yukarıdan bakan  minik bir tepecik üzerinde yaklaşık elli adet incir ağaç olan yerdi.
Gittik. Olduğu yere göz yaşlarıyla çöktü. Eline bir tutam toprak aldı ve hazırladığı poşetin içine özenle yerleştirdi. Sonra ayağa kalktı. İncir ağaçlarının herbirine sarıldı, birbir dokundu o yaşlı ağaçlara, sanki Atalarına sarılır gibiydi! Meğerse bu genç hanım; yıllar önce buraya gelen o yaşlı teyzenin torunuymuş!
Ninesi bu köyden döndüğünde demiş ki;
Sakın vakit kaybetme, Türkiye’de Sakarya’nın Söğütlü ilçesindeki topraklarımıza git, Atalarımızın yaşadığı yerleri gör, Türkleri yakından tanı, sakın korkma.
Bizlere anlatıldığı gibi değilmiş hiçbir şey!
Meğerse Türkler ne kadar nazik ve iyi niyetlilermiş! Onlar tanıdığım en şahane topluluk demiş ve üzerinden çok geçmeden vefat etmiş.
Bunun üzerine bu genç hanım buraya gelip hem atayurdunu hem de bizleri yakından tanımak istemiş.
Giderken : Ninem ne kadar haklıymış, hatta az bile anlatmış hakkınızda, Türkler ne şahane insanlarmış dedi ...
İrtibatı hiç koparmadık, arada gelirler incir bahçelerinde geçmişe duyduğu özlemi giderir çayımızı içer giderler!