Üniversitede hocanın birisi tahtanın sağ tarafına Peygamberimizin, sol tarafına da Marks’ın sözünü yazarak öğrencilerden bu söz üzerine tartışmalarını istemiş, muhafazakâr görüşlü kişiler Peygamberimizin sözlerinin lehinde fikirler söylerken, sol görüşlü öğrenciler ise Marks’ın sözlerini savunmuşlar. Bir zaman sonra tartışmanın şiddeti artmış ve öğrenciler birbirlerine hakaret etmeye başlamışlar. Tartışmanın en şiddetli anında hoca, arkadaşlar bir dakika durun, ben fahiş bir hata yapmış, Hz. Muhammet’in sözünün altına Marks; Marks’ın sözünün altına da Hz. Muhammet yazmışım, diyerek sınıfı terk etmiş.

Hoca, bilerek böyle bir eylemde bulunmuş ve insanların bir sözün doğruluğunu, kaynağını teyit etmeden körü kürüne etiket üzerinden bir davayı savunduğunu işaret etmeye çalışmıştır. Said Halim Paşa, Buhranlarımız ve İctimai Hayatımız adlı eserinde, “Bizim dimağımız (beynimiz) henüz eşyadan fikirlere intikal edemiyor, fikirlerden eşyaya geçmeyi tercih ediyor çünkü bu sayede düşüncelerimiz sonsuz hayaller içinde, her şeyi kendi emellerine göre tertip edebileceği muhayyel (hayali) bir muhit bulabiliyor” demektedir.

Bizler günlük hayatta fikirleri değil kişileri ön plana çıkarmakta sonra bu kişiler üzerinden savunma mekanizması geliştirmekteyiz. Böyle bir durum fikir üretme kabiliyetimizi geliştirme yerine bir fikri savunma yeteneğimizi geliştiriyor. Bu yaklaşım bizi geniş bir fikri yelpazeye götürmekten ziyade savunma mekanizmamızın daha muhkem bir yapıya bürünmesine neden oluyor.

Ahmet Hamdi Tanpınar, bir kişinin savunduğu fikrin, onun karakterini oluşturduğunu belirterek, insanların karşı çıkışlarının onlara bir kimlik kazandırdığını, bu durumun da meziyet olduğunu belirtmiştir.  Bir davanın sahibi olmak, onu savunmak insanlar için güzel bir meziyettir. Fakat aynı zamanda bu meziyetin geliştirilmesi gerekmektedir. Eğer bir yerde gelişme olmazsa insanlar bir dava üzerinde derinlik kazanmaya, uzmanlaşmaya değil, o davanın askeri olmaya kendilerini odaklandırırlar.   Askerin birinci vazifesi savunma yapmaktır. Üretmeyi düşünen ile savunmayı düşünen kişiler zihinlerini aynı mekanizmayla çalıştırmazlar. Savunma, sabitleyici; üretim ise geliştirici bir mekanizmayı gerekli kılmaktadır. Üreten kişiler uzaklara gitmek için; savunma yapan kişiler de uzaklardan gelenleri görmek için ötelere bakarlar. Kâinatta yerinde duranlar değil, ileriye gidenler keşiflerin öncüleri olmuşlardır.

Eskiler önce fikir sonra zikir diyerek düşünmeyi eylemin öncüsü yapmışlardır. Fikir eylemden önce olursa yaratıcılık, eylem fikirden önce olursa taklitçilik olur. Düşünenler üretir, üretemeyenler ise taklit ederler. Taklit ise önce mukallidinin zihnini öldürür. Bağlantı kurma işlevi, aklın en önemli özelliğidir. Taklit eden kişiler bağlantı kurma kapasitelerini kullanamadıkları için olayların illiyet bağını çözümlemede sorun yaşarlar.

Kişiler akıllarını kullanmadan bir fikri savunmaya başladıklarında duyguları ile hareket eder, duyguları ile karar verirler. Duygular ile hareket eden kişiler sebebe değil sonuca odaklanırlar. Sonuç odaklı düşünen kişiler pragmatist bir tavra bürünerek olayları çözümlemeyi değil, çözümün sonucundan yararlanmayı umarlar.

Atalarımız bin düşün bir söyle, sözünü boşuna söylememişlerdir. Düşünmek, muhakeme etmek, sabırlı olmak insanı ayrıcalıklı kılan en güzel meziyetidir.