Eğitimin amacı mutlu, huzurlu nesiller yetiştirmek midir? İnsanın eğitimi arttıkça mutluluğu da artar mı? Hükumetlerin insanları mutlu ederek kendilerinin başarılı olduğunu ispat etme gayreti neden kaynaklanmaktadır?

Bir kişinin herhangi bir konuda kendinden daha kötü seviyede olanlara bakarak teselli bulması ne kadar etik bir davranıştır?

Nurettin Topçu’nun günümüz eğitiminin diploma avcılığına dönüştüğü şikâyeti, kişilerin eğitimi mutluluk aracı olarak kullanmasından mı kaynaklanmaktadır?

Bütün bu suallerin cevabı biraz da bizim eğitimden ne beklediğimiz sorusuna vereceğimiz cevaba bağlıdır. Kişilerin diplomayı kullanarak belirli bir makama gelmesi onların mutlu olmalarının anahtarı olabilir. Fakat bilginin doğasında kişiyi mutlu etmek gibi açılım görülmemektedir. Çünkü gerçek bilgi aynı zamanda sahibini acziyete bırakan bilgidir.

İnsan okudukça ve bilgisini artırdıkça acziyetini fark eder. Bu acizlik cehaletini fark etmenin getirmiş olduğu bir baskıdan kaynaklanır. Bu baskı bir noktada kişinin kendini bilmesini, etrafı daha iyi tanımasını ve insanlara daha fazla saygı göstermesini beraberinde getirir. Acziyet ile kibir aynı kapta barınmaz.

Bilginin doğası yetinmeme üzerine kurulur. Paranın parayı çekmesi gibi bilgi, bilgi sahibini diğer bilgilerin peşinden sürükler. Bu da kişinin içinde barındırmış olduğu merak duygusunu kamçılar ve kişinin hayatı, öğrenme uğruna cılız bir çırpınışa dönüşür.

Profesör kelimesinin “bir şey bilmediğini bilen adam” anlamı vardır. Bir şey bilmediğini bilen adam alim sıfatından ziyade arif sıfatına yaklaşır. Alim ilmi toplayan kişidir. Eğitim ilim toplama işinden ziyade ilmin peşinden koşma ve daha da önemlisi ilim üretme, yeni değerlere ulaşma işidir. Alim mutlak doğruların peşinden koştuğu için eleştiriye kapalıdır. Arif ise hoşgörüyü ön planda tutar, bu da onu eleştiriye açık hâle getirir. Arifliği olmayan alim bilginin ruhuna nüfuz edememiş, demektir.

Okumak kişiyi hedefi olan ama menzili olmayan bir yolculuğa çıkarır. Kişi öğrenme hedefi içinde yıllarca çırpınır durur.

Bilgili adam bilgisinin değil, başarabilmenin mutluluğunu yaşar. Bir buluş yapan ya da bir teori oluşturan veya bilgiler yumağından yeni bir fikre, kanaate ulaşan kişi, kendi içinde derin bir sevinç hisseder.

Okumak, eğitim almak kişiyi mutlu etmez, dahası huzursuz eder, gam deryasına sürükler, gördüğü her yanlıştan bir nakış çıkarma sancısını çektirir, önceden bağırma, uyarma alışkanlığını oluşturur. Geceleri yastığa başını koyduğu zaman günün ve gelişmelerin muhasebesini derinlemesine yaptığı için uyumaya daha az zamanı kalır. Okuyan kişinin parlak siması, iki dirhem bir çekirdek görüntüsü olmasına rağmen hakikatte onun hamaldan farkı yoktur. Bir toplumun gerçek hamalları sırtında yük taşıyan değil, içinde dert taşıyan bireyleridir.

Bir derdimi bin dermana değişmem diyen halk ozanı derdi ile yaşamaya alışmış kişidir. Bir toplumun okumuş kişilere değil, okumuş fakat aynı zamanda derdi olan, bireylere ihtiyacı vardır. Şu anki sistemimizin en büyük sorunu, gençlerde sorumluluk bilincinin azalmasından kaynaklanmaktadır.

Bu nesil lüks yaşantısı azaldığı zaman idelini hemen kaybeder ki gelecekte Türkiye için en büyük tehlikeyi bu durumun oluşturacağı görülmektedir.