Yıl 1939...
Yer Erzincan.
Günlerden 27 Aralık.
Yine böyle soğuk bir kış günü... Hava buz! Adeta yer yerinden oynayarak, 30.000 vatandaşımızın öldüğü, 100.000’den fazla vatandaşımızın da yaralandığı, şiddeti 7.2 olarak ölçülen, Dünya tarihinin en ağır bedel ödenen depremlerinden biri olarak kayıtlara geçtiği o büyük deprem gerçekleşir şehirde.
Dedim ya hava buz...
O gün yıkılmak yetmezmiş gibi, birde ısınmak için yakılan sobalar, mangallar devrilerek yangınlar çıkarır Erzincan da.
O gün bir başka şey daha olur şehirde.
Her bucağına ölüm sinen ve Dünya ile bağlantısı kesilen Erzincan da dönemin Cumhuriyet Savcısı İzzet Akçal, mahkumları toplayarak “ Sizi kurtarma çalışmalarında görev almak üzere serbest bırakıyorum. Aranızda civar köylerden olanlar varsa iki günlüğüne köylerine gidip, ailelerini görebilirler. Ancak bir koşulum var; hiçbiriniz kaçmayacaksınız. Canla başla çalışacaksınız. İşimiz bitince cezaevinde olacaksınız.” Diyerek mahkumları serbest bırakır.
Önce çok şaşırır mahkumlar! Sonra canla başla çalışmalara katılarak dönerler cezaevlerine.
Yapılan bu özverili ve onurlu davranışı unutmaz Erzincan Milletvekili Abdülhak Fırat.
26 Nisan 1940’da özel bir af çıkartılarak, 241 suçlunun mahkumiyet sürelerinin beşte dördü affedilir.
 
Yıl 2020...
Günlerden 24 Ocak.
Yine öyle soğuk bir kış günü...
Elazığ ve Malatya da 6.8 deprem oldu, diyor medya! Deprem kelimesini duyduğumuz an içimize bir volkan düşüp patlıyor.
Yanıyoruz usul usul feryatlarla...
Ve teknoloji çağının nimeti akıllı telefonlarımızın başında bilgi beklemeye başlarken depremin üzerinden 45 dakika kadar geçmişti ki, Kızılay Genel Başkanı Kerem Kınık “ Kızılay’a destekleriniz için Deprem yazın 2868’e SMS yollayın 10 tl katkıda bulunun. Dilediğiniz kadar gönderebilirsiniz. Gün dayanışma günü” diye mesajına tanık oluyoruz büyük şaşkınlıkla! Nasıl yani? Derken, her toplumsal olayda olduğu gibi birbirimizi kemirmeye başlıyoruz.
Gerçi sonrasında başkan silse de twitini, tartışmalar bitmek bilmiyor.
 
Asıl, 4 ay önce nokta atışı yaparak, depremin yerini dahi söylemesine ve araştırmalarını TÜBİTAK ve Devlet Planlama Teşkilatına sunmasına rağmen, red yiyen, umursanmayan Prof. Naci Görür “ dinlenseydi belki de o insanlar, bu gün hayatta olacaktı” diye tartışmamız gerekirken, biz yine “soranların “ vatan haini, sormayanların “cici, tatlı” ilan edildiği bir ortamda kavgaya tutuştuk yılgın ve yorgunlukla.
 
Tüm dünyada“ Misafirperver, yardımsever “ diye adı çıkmış koskoca bir halkı, “ sırf sorguluyor “ diye, bazı kesimlerin “ Kızılay “ üzerinden yaftalaması, aslında güven erozyonundan başka bir şey değildi.
Kızılay başkanının öncesinde, deprem ile ilgili hiç bir veriyi paylaşmadan, direk para talebinde bulunması kabul edelim ki yanlıştı.
Bu halk sorgusuz sualsiz canını, malını veren bir halktır. Ki Kızılay’ı Kızılay yapan da parti kimliği gözetmeksizin halkın oraya yaptıkları bağışlardır. Başkan’ın atmış olduğu fütursuz twit elbette üzücüydü ama twit sonrası tepki gösteren halkın bir kesimini “ hain, kötü “ilan eden 14.000 tl maaşlı Kızılay Danışmanı yok mu?
İşte o en üzücü olanıydı...
 
Niye herkes papağan gibi Deprem Vergisi demeye başladı? Diye soranlar...
Başta Şamil Tayyar, Melih Gökçek... Sizler, 1999 yılında olan Büyük Marmara Depreminde  “ deprem paralarıyla memur maaşları ödendi”  derseniz ve paylaşımlarınızda  MHP’nin ve ANAP’ın da koalisyon ortağı, Devlet Bahçeli ve Mesut Yılmaz’ın da başbakan yardımcısı olduğu gerçeğini dile getirmeden, tüm suçu  sanki bir tek iktidarda Ecevit varmış gibi lanse ederseniz, halk size soru sorar!
Çünkü bu halk zaten onlardan memnun olmadıkları için AK Partiyi iktidara getirdi!
Ve devlet 20 yıldan beri -Deprem Vergisi- toplamasına rağmen deprem öncesine dair hiç bir çalışma yapmadan öylece beklerse halk soru sorar...
İktidarın isteğiyle başa getirilen ve 7 yıl boyunca sizin, benim, onun vergilerinden maaş alarak cumhurbaşkanlığı yapan Abdullah Gül’ün bile sanki hiç bir sorumluluğu yokmuş gibisinden depremden sonra  “Umarım bu acı  Çevre ve imar konularında uyarıcı olur “ diye paylaşımını gören halk soru sorar...
Çünkü aylar öncesinde  “imar barışı” diye bir garabeti getirip, çürük çarık ne kadar bina varsa affa sokulup, komşu bitişik yan binalar ev sahipleri tarafından imar affı alıyorsa ve o insanların da gidecek hiç bir yerleri yoksa halk soru sorar!
Mikrofonu açık kalan Vali, sanki şahane bir şey olmuş gibi “ Şu an algı çok güzel!” Derse “ Can meselesini nasıl algıya bağlarsınız?” Diyerek halk soru sorar.
 
Deprem ülkesi Japonya da 6.8 de kimsenin burnu kanamıyor ama biz enkazda kalıyorsak, ölüyorsak, sakat kalıyorsak ve bunu fıtrat diye geçiştiriyorsak, halk soru sorar!
 
Soruyorlar da...
 
Çünkü insanlar korkudan kafayı yemek üzereler.
Çünkü insanlar “ne zaman öleceğiz? “ Diye bekleyiş içindeler!
Çünkü insanlar kendilerini ve sevdiklerini yaşatabilmenin derdindeler!
Ve bu insanların gerçekten gidecek hiç bir yerleri yok!
 
Maslow’un ihtiyaçlar piramidini bilenler, sözlerimi daha iyi anlayacaklar. İnsanoğlunun var olmasını, kendini gerçekleştirmesini sağlayan en büyük etkenlerin ilk sırasını oluşturur fizyolojik ihtiyaçlar. İkincisi de güvenlik ihtiyacı oluşturmaktadır. Bu günlerde halkımızın bir çoğu, adeta ilk çağ dönemindeymişçesine, kendilerine “ güvenli bir hayat “ arayışı içine girmiş durumda.
 
İşte bu yüzden sayın yetkililer; yalakalık yapmaktan vazgeçerek susun ve halka sevgiyle anlayış gösterin! Bunu yapmak zorundasınız! Çünkü başka çareniz yok.
Ya da bir şık daha var. Her şeyi doğru yapın... Halk da soru sormaya lüzum görmesin.
 
Ne güzel demiş büyüklerimiz...
Allah devletimize ve milletimize zeval vermesin.