Çok köklü ve zengin bir şiir geleneğine, on binlerce şair ve ozana, Anadolu gibi bir coğrafyada bulunmamıza, İstanbul’un fethi, Kurtuluş Savaşı, Çanakkale gibi onlarca zaferimiz olmasına rağmen bu zaferleri tam ifade edecek kahramanlık şiirimiz maalesef yok denecek kadar azdır.

Özellikle divan şairlerimiz, askerî başarısı olmayan bazı sadrazamların kahramanlıklarını anlatan onlarca kasideler yazmalarına rağmen milletimizin ortak sesi olacak, millî duygularını kamçılayacak şiirler yazmamışlardır.

Arif Nihat Asya öğrencilerine bayrak ile ilgili şiir bulmalarını ödev olarak verdiğini, öğrencilerin kendisine bu konuyu işleyen şiir bulmaktan zorlandıklarını söylediğini, kendisinin de bu konuyu araştırınca bayrakla ilgili dişe dokunur bir şiir bulamadığını ve sonunda kendisinin oturup bayrak şiirini yazmak zorunda kaldığını ifade etmiştir.

Hamaset edebiyatının bizde olmamasının aksine her konuyu önemli bulup işleyen ve bunu genç nesillere okutarak onlarda millî bilinci oluşturan Batı, bu konularda da fırsatları çok iyi değerlendirmiştir. Tarihi, kökeni olmayan Amerika bile yıllardır uydurma senaryolarla Vietnam, Afganistan filmleri ile sahte bir tarih ve kimlik oluşturmuştur.

Fransızlar ortak aklın ürünü olan dört bin dizelik “Roland’ın Şarkısı” adlı eserleri ile her dönem Fransız ruhunu diri tutmuş, Haçlı seferlerini bile millî bir kimliğe dönüştürmüş, Roland’ın Şarkısını Fransız kahramanlığının, kültürünün sembolü hâline getirmişlerdir.

Kurtuluş Savaşını çok zor şartlarda vermemize, çok acılar çekmemize rağmen bunun romanını, şiirini yazamadık.

Osmanlı Harbiye Nezareti 1915 Haziran’ında savaş devam ederken, Ahmet Ağaoğlu, Ahmet Yekta, Aleaddin Gövsa, Celal Sahir, Enis Behiç Koryürek, Hakkı Süha, Hamdullah Suphi, Hıfzı Tevfik, İbrahim Çallı, Mehmet Emin Yurdakul, Nazmi Ziya, Orhan Seyfi Orhan, Ömer Seyfettin, Yusuf Razi gibi şair, yazar, bestekâr ve ressamdan oluşan heyeti  Çanakkale Meydan muharebesinin geçtiği alana götürmüş, onlardan  bu savaşın canlı tanığı olmalarını ve orada gördüklerini kendi sanatlarına uygun olarak yansıtıp bunları hem halka hem de gelecek nesillere aktarmalarını istemiştir.

Kendisi o dönemde Hicaz Emiri Şerif Hüseyin ile oğullarının Osmanlı’ya karşı isyan etmelerinin önüne geçmek için Arabistan’a giden ve bu yüzden bu geziye katılamayan Akif, Çanakkale ile ilgili en güzel şiiri yazarken geziye katılan şairler istenilen seviyede Çanakkale Savaşı’nın anlatacak eser ortaya koyamamışlardır.

İslamiyet’in kabulüyle birlikte siyerler, vakayinameler, gazavatnameler, fütüvvetnameler, fetihnameler yazmış olmamıza rağmen bu türlerin yazımından hareketle güçlü bir gelenek oluşturamadık. Şu anda edebiyatımızda çocuklarımıza tarihini hatırlatacak, milli duygularını kabartacak, millet olma duygumuzu pekiştirecek güçlü eserlere rastlamamız zor olmaktadır.

Avrupa’da Hollanda 1574, İngiltere 1743, İspanya 1761, Fransa 1792, Almanya 1841 yıllarında millî marşlarını kabul etmiştir.   Mahmudiye, Mecidiye adı altında bazı padişahların adına düzenlenmiş marşlar bulunmasına rağmen Osmanlı Devleti’ne ait resmî bir marş olmamıştır. Millî Mücadele’nin henüz başlarında Ankara Hükümeti, askerde birlik ve dirliği canlı tutmak amacıyla 25 Ekim 1920 tarihinde millî marşı yazımı yarışması için Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde ilana çıkmıştır. Marş türü de bize Batı’dan gelmiştir.  

Ümmet fikrini ön plana çıkartmamız hamaset edebiyatımızın oluşmasının önünü tıkamıştır.  Şairler, divanlarını, tevhit, münacat, naat gibi dinî içerikli türler ile doldurmuş, kasidelerini bireysel olarak yöneticilere ve onun kahramanlıkları üzerine yoğunlaştırmışlardır. Bu anlayış da bizde kahramanlık şiirlerinin oluşmasını engellemiştir.

Mehmet Akif Ersoy olmasa Çanakkale Mücadelemizi derinden hissedeceğimiz eserimiz olmayacak ve belki yine böyle güzel bir istiklal marşımız da olmayacaktı. İstiklal Marşı çok mükemmel bir şiir olmasına rağmen, millî marşımızın bile “korkma” sözü ile başlaması yazıldığı dönemin psikolojisini yansıtması bakımından çok önemlidir.