Böyle koca dostlar başına!!!
Eşine özel kadro ilanı açıp, onu üniversitede işe yerleştiren, üstüne eşini görevi teslim alırken çiçeklerle onurlandıran Pamukkale Üniversitesi  Rektörü Hüseyin Bağ’ı -Yılın Kocası- ilan ediyorum!
 
Düşünsenize; Kocanız üniversite de rektör. Siz de iş arıyorsunuz. Sonra kocanız dahiyane bir fikirle, üniversitede bir iş alanı açıyor ve iş ilanı veriyor. Siz de başvuru yapıyorsunuz! Tabi ki bu kriterlere uygun ne hikmetse hiç kimse çıkmıyor!
Hoooopppp bir de bakıyorsunuz ki, iş size kalmış!
Kocişinizle, o rektör, siz de oralarda bir iş kolunda mutlu mesut yaşayıp gidiyorsunuz!
Hatta kocişiniz işe başladığınız gün size alnının akıyla kazanmışsınız gibi “ hoşgeldin “ dilekleriyle koca bir buket çiçek bile veriyor...
 
Harbi yatacak yeriniz yok!
İnsanlar inim inim işsizlikten kırılırken, gencecik mezunlar umutları ezilmiş bir halde durmaksızın iş ararken, bu açıkgözlülüğe, bu kayırmacılığa, bu acımasızlığa, bu torpil aşkına söylenecek başka bir tepki bulamadım ne yazık ki!
Şimdi o rektöre sorsanız, size saatlerce dürüstlükten, kul hakkından, dinden-imandan dem vuracağına adım gibi eminim.
Bu çürümüşlüğü nasıl aşacağız bilmiyorum?
 
Neyse ki YÖK aldıkları kararla rektörü görevden uzaklaştırmış.
Umarım geri dönmez!
 
KOAH... Yok!
Kalp Yetmezliği... Yok!
Solunum Yetmezliği... Yok!
Bronşit... Yok!
Grip... Yok!
Korona çıktığından beri, bu hastalıklardan muzdarip henüz hiç kimseye rastlamadım. Hatta “grip oldum” diyeni de duymadım.
Varsa yoksa Covid!
Varsa yoksa ölüm!
 
Hangi maddelerin kullanıldığı, kanserojen mi? Değil mi? Belli olmayan, kesinlikle hijyenik ortamda üretildiğini düşünmediğim, koruyucu olduğuna da inanmadığım, taktığımız an karbondioksit soluduğumuz, adına maske denilen peçeteden bozma bir kağıt parçası ile yaşamaya mecbur bırakılmış durumdayız.
Çünkü takmazsak ölürmüşüz!
 
Bize dayatılan, bireyleri ve kitleleri korkutarak, onların pasifleşmesini saglayan bu KORKU SALGINI ile daha ne kadar yaşayacağız bilmiyorum!
Almanya ve İngiltere’de ki yüzbinlerden sonra, Kanada halkı da hiçbir bilimsel dayanağı olmayan tedbirleri protesto etmek için yürüdü. Kendilerine dayatılan maske ve hastalık sonrası kurgulanan  zorunlu aşı, çip vs’ye tepki vererek gösteriler yaptılar. Pek tabi, yine bu haberler de ana akım medyada yayınlanmadı. Hem hastalığı pompalayan, hem ilacı, hem aşıyı üreten, aynı zamanda da izlediğiniz tv’lerin sahibi olan, DSÖ güdümlü korku propagandası yapan şirketlerin bu haberleri yayınlamaması azıcık sorgulamayı bilen her insanı düşündürmeli.
Ülkelerinde terör, sınır, ekonomi, siyasi, sosyolojik sorunları olmayan bir çok dünya ülkesi vatandaşı uyanışta...
Biz mi?
Biz sorunların yılgınlığından, bezmişliğimizden “ölsek de kurtulsak!” modunda olduğumuz için böyle devam eder gideriz.
 
Ak Parti Sözcüsü Ömer Çelik’in İnternet’te büyük bir alış-veriş sitesinde yaşanan olaylar sonrası yaptığı açıklamaları dinledim pür dikkat.
Bilmeyenler için yazayım, siteden alış-veriş yapmak için beğendiğiniz ürüne tıklıyorsunuz. Örneğin, bir halı beğendiniz. Halıya tıkladığınızda karşınıza fahiş fiyatlar ve çocuk bedenleri önünüze geliyor. Yani 2.000 TL’lik halının fiyatı 65.000 tl, halı ölçüleri yerine de çocukların beden ölçüleri karşınıza çıkıyor. Tüm dünyada da bu şekilde çocuk ticareti yapıldığı söylentilerinin üzerine şirket açıklama yapsa da inandırıcı olmadı. Misal, aylardır “Çocuk Hasadını” yani kayıp çocukları araştıran ben, zerre ikna olmadım.
Büyük bir umutla dinlediğim, Ömer Çelik’in konuya ilişkin yaptığı açıklamada, olayın bizim ülkemizde yani Türkiye’de ki bir internet sitesinde geçiyor olmasına rağmen, bizim kayıp çocuklarımız yerine, sadece Avrupada ki ve mülteci çocuklardan bahsetmesi tam bir hayal kırıklığıydı!
Neden bu konu ile ilgili kimse açıklama yapmıyor?
Evet yine soruyorum...
Nerede bizim kayıp çocuklarımız?