Birkaç yıl önce “Uluslararası Okuma Becerilerinde Gelişim Projesi(PIRLS)” kapsamında, 35 ülkede ilköğretim 4. Sınıf öğrencileri arasında yapılan araştırmaya Türkiye’den 5390 öğrenci katıldı. Bu çalışmada, Türk öğrencilerinin okuma becerilerinin uluslararası standartların altında olduğu ortaya çıktı.  PIRLS sonuç ortalaması 500 iken, Türkiye ortalaması 449 olarak ortaya çıktı. En yüksek başarı puanına sahip ülke İsveç. İsveç’ten sonra Hollanda, İngiltere ve Bulgaristan geliyor. Bu ülkelerin diğer uluslar arası sınavlarda da başı çektiğini biliyoruz.

Son zamanlarda yapılan LGS ve YKS’deki  Türkçe sorularının zorluğundan söz edilir. Bu durum okullardaki Türkçe eğitiminin okuma alışkanlığı kazandırmada yetersiz kaldığının işareti olarak değerlendirilmelidir. O halde sorun şu: Okullar, neden okuma alışkanlığı kazandırmada yetersiz kalıyor? Öncelikle, sınıf öğretmenlerinin sorumluluğunda olan bu iş, ikinci olarak Türkçe ve Edebiyat öğretmenlerinin sorumluluğunda şekillenmektedir. Daha önce de üzerinde durduk; öğretmenler, öğrencilerinin kaç test çözdüğüne değil, kaç sayfa kitap okuduğuna odaklanırsa, bu alışkanlığın kazandırılması kolaylaşacaktır.

Kitap okuma alışkanlığını kazandırmada, kitabın insan yaşamındaki önemine yapılacak vurgunun çok önemli olduğu açıktır. Bana şöyle bir soru sorsanız, “Hayvanla insan arasında ne fark var?” Vereceğim cevap şudur: “İnsan kitap okur!” Okullar, neden kitap okumayı bir hobi haline getiremiyor? Bu kritik sorunun elbette tek cevabı yoktur. Ama cevaplardan biri, derslerin işlevsel olmadığı ile ilgili olduğu kesindir. Türkçe dersinde kitap okumayı bir alışkanlığa dönüştüremeyen öğretmenin, kendini sorgulaması ve bu işi kendine sorun yapması gerekir. “Gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım!” anlayışı ile yapılan bir öğretmenliğin işlevselliği tartışmalıdır. Öyleyse öğretmen olarak, “Gözlerimizi açıp, işimizi yapmamız gerekir”. Gözümüz açık bir öğretmenlik yaparak, öğrencilerimize okuma alışkanlığı kazandırabilir, öğrencilerin kitabı bir hobi olarak kabul etmesini sağlayabiliriz.

Okuma becerilerimizle ilgili sorunda, elbette ailelerin de etkisi vardır. Ama ailelerin bilinçlendirilmesinde de okulun aktif olması gerekmez mi?

Bir öğrencinin velisi okula çağrılıyor; öğrencinin başarısı, okuma alışkanlığı, eğitim durumu, vb. ile ilgili sorunlar velinin yüzüne anlatılıyor. Veli şöyle cevap veriyor: Hocam, bunları benim değil, senin çözmen lâzım. Çünkü sen eğitimcisin, ben çoban!” Şimdi bu veli haklı değil mi? Elbette ki haklıdır. Çünkü veli,  çocuğunu profesyonel bir kurum olan okula ve onun profesyonel eğitimcilerine emanet etmiştir. O artık sorumluluğu okula havale etmiştir. Sorumluluğun ne kadarını okul, ne kadarını veli alacak? Bu sorunun cevabını da verecek olan yine okuldur. Sözün özü, okul veliyi okula çekmeyi bilecek ve çocuğun okuma becerilerini kazandırmasında ona rehberlik edecektir.

Sonuç, okuma becerileri gelişmemiş hiçbir öğrencinin diğer becerilerini en üst düzede geliştirme şansı kesinlikle yoktur! Cevdet Kudret’in bir sözü ile bitirelim: Okullar sadece çocukların okuma becerilerini geliştirip, okuma alışkanlığını kazandırsın, başka hiçbir şey yapmasına gerek yoktur! Aynen katılıyorum, fazla söze ne hacet?