Türkiye’de duyarlılık maskesi altında yaşlılara karşı sergilenen tavırlar büyük tepki çekti.
 
Neyse ki edepsizlerin izi sürüldü ve yaşlılar gibi bu şahıslar da 2 hafta süreyle evden çıkma yasağı aldılar.
 
Devleti temsil noktasında olan İçişleri Bakanımız Süleyman Soylu da mağdur olan vatandaşa ulaşarak sokak ortasında rencide edilen ve kendisini polis gibi tanıtarak yaşlıları daha da panik hale getirmek isteyenlere ulaşıp özür diledi.
 
Soylu’nun yaptığı büyük fedakârlık ve devlet adamı refleksi.
 
Trabzon Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler İl Müdürü Ahmet Kurt da ihtiyarlarla ilgili bazı verileri aktarınca ‘bu hususun üzerinde durulmalı’ dedim.
 
Kurt’un aktardığı bilgilere göre; şu anda ülkemizde 65 yaşın üstünde 7.5 milyon büyüğümüz var, yani nüfusun % 9’u.
 
Ülkemizde yaşlılarımızın yaklaşık olarak % 10’u tek başına yaşıyor.
 
Trabzon’da tek başına yaşayan 65 yaş üstü büyüklerimizin sayısı 2000 kişi.
 
Kurt’un aktardıklarında ana mesaj şu: ‘Yaşlılarımızı evde tutmak ve onlarla sosyal mesafeyi korumak hepimizin görevi olduğu kadar onlara saygıda kusur etmemek, incitmemek, ruhsal bütünlüklerini bozacak eylemlerde bulunmamak da aynı şekilde hepimizin görevidir.
 
Virüs biter saygısızlık kalır!
 
İngiltere’de yaşlıların devlete yük olduğu, hem bakımları, hem emekli ücretleri vb. derken bu yüzden virüs dolayısıyla ölüme terkedildikleri yazılıyor.
 
‘Eden bulur’ büyük hakikattir.
 
Kraliçe Elizabeth'in oğlu Birleşik Krallık Veliaht Prensi Charles'ta koronavirüs tespit edildi.
 
'71 yaşındaki Prens Charles'ın İskoçya'daki evinde karantina altına alındı’ haberini de okuduk.
 
Bizim kadim geleneklerimizde yaşlılarımız hanelerimizin bereket direğidirler.
Onlara ‘öf’ bile dememek gerekiyor.
 
Türkiye virüs tehditine karşı hasta, bakıma muhtaç veya kimsesizler için yardım elini uzatıyor.
 
Kamu STK işbirliği ile oluşturulan vefa sosyal destek grupları aracılığıyla söz konusu yaşlıların ihtiyaçları evden dışarı çıkmadan karşılanmaya başlandı.
 
Hastanelerde ameliyatların dahi yapılmadığı bu süreçte azami dikkat ederek, hasta olmamaya gayret edip kimsesizlere ve muhtaçlara da ulaşmayı bilmeliyiz.
 
EN BÜYÜK RİSK PANİK!
 
Değerli Okurlar, bu süreçte sosyal medyada eleştirebilecemiz görüntüler olduğu gibi güzel ve rahatlatıcı yazılar da yer aldı. İşte onlardan birisi:
 
'1950’li yıllarda bir İngiliz şilebi Portekiz’den aldığı yükü İskoçya’ya götürür. Demir attığı limanda yükünü boşalttıktan sonra, şilepte çalışan denizcilerden biri unutulan bir koli kaldı mı diye denetlemek üzere soğuk hava deposuna girer. Onun içerde olduğunu fark etmeyen başka bir denizci ise, kapıyı dışardan kapatır. Soğuk hava deposunda mahsur kalan denizci, var gücüyle bağırır, çelik duvarları yumruklar, ama kimseye duyuramaz sesini. Çakısıyla içerden açmaya çalışır kapıyı, mümkün değildir. Boş şilep, yeni yükünü almak üzere Portekiz’e doğru yola çıkar. Mahsur denizci, depoda açlıktan ölmeyecek kadar yiyecek bulur. Ama deponun dondurucu soğuğuna fazla dayanamayacağının bilincindedir. Kapıyı açamayan çakısıyla, çelik duvarlara kendisini bekleyen ölüm sürecini yazmaya, daha doğrusu kazımaya başlar. Günbegün, adeta bilimsel bir titizlikle soğuğun vücuduna önce uyuşturucu sonra yavaş yavaş öldürücü etkilerini, el ve ayaklarının nasıl duyarsızlaştığını, donan burnunu ve buz gibi havanın dayanılmaz yakıcılığını anlatır. Şilep Lizbon’a demir attığında, soğuk hava deposunun kapısını açan kaptan, zavallı denizcinin cesediyle karşılaşır. Duvarlara kazıdığı acılı sonunu okur ve.. kendisi de hayretten dona kalır. Çünkü soğuk hava deposunun derecesi 19’dur. İskoçya’ya götürdükleri içecek 18 derecede taşınmayı gerektirmiş, şilep yükünü boşalttıktan sonra soğutma sistemi zaten kapatılmış olup, kendi haline bırakılan deponun sıcaklığı bir derece de yükselmiştir. Yani biçare denizci donarak ölmemiş, donduğunu sandığı (ya da donacağına inandığı) için ölmüştür.'
 
Koronavirüs öldürmüyor. Tedbirsizlik ve panik öldürüyor.