Bu dünyadan, ardında hoş bir seda bırakarak bir Ahmet Kekeç geçti. "Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır." hadisini kendisine şiar edindiği için bir kötülük gördüğünde önce eliyle, eliyle düzeltmeye gücü yetmediğinde diliyle düzeltmeye çalıştı. Gün geldi ona da güç yetiremedi. Bu sefer de zulmedene buğz ederek kalbiyle safını belli etti. Bu da onun hayat rehberi Hz. Muhammed(sav)'in insanlara önerdiği ve bizzat tatbik ettiği nebevî bir metottu.
           
Merhum Ahmet Kekeç, ilk şahsî darbeyi eğitimci olmak için gittiği Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Enstitüsü'nde, zamanın idarecilerinden gördü. Söz konusu bölümden atıldı. Enstitüyü bitirebilseydi okullarda, dört duvar arasında belli bir kesimin öğretmeni olacaktı.  Fakat okulu bitirmesine fırsat verilmeyince çok daha geniş bir kesimin hocası oldu. Yazdıklarıyla ve konuşmalarıyla İslâmî duyarlılıklı kesimin ilgi ve sevgisini kazandı. 
           
Merhum Ahmet Kekeç, yerli ve millî düşüncenin birkaç önemli isminden biriydi. Dinine, devletine, vatanına ve  bayrağına bağlı milliyetçi bir insan olmasının yanında; İslâm coğrafyasındaki Müslümanların dertlerini kendisine dert edinmesi açısından da ümmetçi bir insandı. İslâmî ve insanî mevzulara dudak ucuyla değinen kuru bir kalem değil, onları kendine dert edinen; kelimenin tam anlamıyla donanımlı bir dava adamıydı. O, davasında ısrarlı ve devamlıydı. Bu yolda çektiği çileleri günahlarına kefaret sayan bir anlayışa sahipti.
           
Merhum Kekeç; övülecekleri övdü, sövüleceklere de münasip bir dille sövdü (eleştirdi). Fakat bunu yaparken hiçbir zaman şahsî ve nefsî olarak hareket etmedi. Daima hak ve hakikati ölçü aldı. Memleketi sevenleri karşılıksız sevdi. Vatan hainliği yapanları da bir kalemde sildi. Zira onun kavgası İslâm'ın davasına ve insanlık kavgasına endeksliydi.
           
Büyük ve köklü bir entelektüel birikime sahip olan Ahmet Kekeç karınca gibi çalışkan ve işkolik bir insandı. Sayfa sekreterliğinden köşe yazarlığına kadar gazeteyle ilgili her işi yapardı. Maksat gazetenin çıkışını ve devamlılığını sağlamaktı; sen ben kavgası değildi.
           
Ölümüne dek elinden bırakmadığı, muarızlarına karşı adeta keskin bir kılıç gibi kullandığı kalemini henüz 17 yaşında eline alan Ahmet Kekeç, sadece bir gazeteci ve köşe yazarı değil, yaşadığı dönemin önemli tanıklarından biriydi. Birçok hadiseyi ya yaşamış, ya da gözlemlemişti. O, sığ gündemle meşgul olmazdı. O, söz denizinde kulaç atan edepli bir edipti. Ezelî ve ebedî olanın peşindeydi. Doğru bildiği yolda bir başına kalsa da, bütün varını kaybedeceğini bilse de o yoldan ısrarla yürüyendi. Taviz vermek ve geri adım atmak onun şahsiyetinde olmayan kavramlardı. Millî ve manevî değerlerine saldırıda bulunanlara karşı iki tarafı keskin bir kılıcı andıran kalemi vardı. Bu kalemden hakikat kıvılcımları neşet ederdi.
           
Engin bir edebiyat birikimi vardı Ahmet Kekeç'in. Edebî açıdan donanımlıydı alabildiğine. Derinlikli bir yazardı. Bu sadece kuru bir hasıladan ve malumatfuruşluktan ibaret değildi. Hikâyeden romana, günlükten anıya, inceleme ve araştırmadan denemeye dek birçok alanda yazma yeteneği de mevcuttu. Türkiye'de hikâye vadisinde bir yol açmış olsa da birçok kişi bunun farkında değildi. Roman sahasında Yağmurdan Sonra'dan Ulufer'e kadar büyük bir itinayla kalem oynatmış, hikâye sahasında ise "Son İyi Şeyler"i o gerçekleştirmişti. "Beni Türk İmamlarına Emanet Ediniz" diye de deneme türünde yazılı bir vasiyeti olmuştu.
           
Kitaplara sevdalanan Ahmet Kekeç çok okuyan bir insandı. Okumadığı şiir, hikâye ve roman yok denecek kadar azdı. Bu nitelikli okumalar onun yazma iştahını artırıyordu. Fakat asgari de olsa geçimini devam ettirebilmesi için para getiren bir işle meşgul olması gerekiyordu. Yapabileceği en iyi iş de yazarlıktı. Gazeteciliğe ve köşe yazarlığına yönelmesi biraz da bu yüzdendir. Fakat mesaisini gazeteye ayırdığı için edebiyat sahasında yeterince kalem oynatma fırsatı bulamıyordu. Bu da büyük bir yazar olmasının önünde engel teşkil ediyordu. Düzenli bir işi olsaydı bugün edebiyatımızın önemli bir hikâyecisi veya romancısı olabilirdi. Hikâye sahasında yazdığı "Son İyi İşler" bu kanaatimizi güçlendiren örnektir.