Bu işleri yaparken belki de elinde şiiri okuduğu yabancı dilden anadiline bir sözlük vardır.  Yabancı bir dili çok iyi bilenler, o dilin konuşulduğu bir ülkede uzun yıllar yaşamış olanlar, ellerine sözlük alma gereğini hiç duymayanlar, içeriği, biçimi aşıp dilin şiirine ulaşabilirler mi?   Hiç sanmıyorum...
Başka ülkelerin şairleri önümüze ister istemez bir eleştiri süzgecinden geçirilmiş olarak gelirler. Kendileri seçildiği gibi, en güzel şiirleri de seçilmiştir. Mayakovski, Rilke, Thomas vb. ile karşılaşınca, bizim yaptığımız, sözlüklü sözlüksüz, onları okuyup anlamaya çalışmak, yüceliği belgelenmiş olan şiirlerine hayran kalmaktır. Belki o büyük şairlere hayranlık duymayabiliriz ama değerlerini tartışmaya kalkmayız. Yazdıkları dili bilmek yetmez çünkü. Bir dilin şiirini duymak bambaşka bir şeydir. Aslında onların anadilimize çevrilen şiirlerini okurken de tedirginizdir. Yazdıkları şiirin diline çok yaslanan şairlerse, çevrilince tatsızlaşmaları doğaldır diye düşünür, eksikliği çeviride ararız.  Bu yaklaşımın yanlış olduğunu söyleyemem. Çünkü insanlar anadilleri dışındaki dillerin şiirine öyle kolay kolay ulaşamazlar.
Diyelim Fransız şiirini çok seven, Fransızcayı çok iyi bilen bir yabancı okurun önüne tanınmamış bir Fransız şair adayının orta düzeydeki bir şiirini koydunuz. Değerlendirebilir mi? Konusuna, içeriğine, iletisine, anlatım özelliklerine, imgelerine, yapısına, uyumuna, seslerine bakar, bakabilirse, ama değerlendiremez.  Korkar yanılmaktan. Konusunu, içeriğini, iletisini değerlendirebilir. Anlatım özelliklerini, imgelerini, yapısını, uyumunu, seslerini değerlendirebilir.  Ama gerçekten iyi bir okursa (ki bunları değerlendirebilmek için gerçekten iyi bir okur olması gerekir), yargı vermekten çekinecektir. Çünkü dilin şiiri denen bir şey var. Onun ölçütü ise inanılmaz bir öznellik batağında gizli... Nazım Hikmet’in şiirlerini çevirilerden okuyup beğenen yabancıları düşünüyorum:

Yanarak

yanarak parmakları şerrarelerden
insan yüreklerine dokundu bu elleri
yirmi beş senedir
yani bir rubu asır
hapishane kaleminde mukayyit kulunuzun...

Bir şiirin girişinde, dilimizdeki gelişmelerin yardımıyla, bir insan tipi çiziliyor. Parmakların insan yüreklerine dokunurken şerrarelerden yanışı çeviride aktarılabilir, ama tipin çizimine dilimizin gelişmelerinden yararlanılarak yapılan katkı nasıl aktarılacak? “Yani bir rubu asır” ile “mukayyit kulunuz” sözlerinin taşıdıkları yükü bir yabancı dilde hiçbir söze taşıtamazsınız. Ama dilin şiiri deyince belli bir yoruma saplanıp kalmamalıyız. Dilin ortak malımız olmuş, özellikle deyimlerde, yaygın söyleyişlerde depolanmış bir şiirselliği var. Yüzyılların birikimiyle, kullanımın katkısıyla işlenip geliştirilmiş. Bir de dili yoğururken şairlerin ortaya koyduğu şiirsellikler var. Bazen bulup öne çıkararak, bazen bütünüyle yeniden yaratarak.  Bakarsınız, bir şair odalarda, “Deli eder insanı bu çocuk!” diye öfkeyle bağıran bir ananın ağzından aldığı bir sözü, “Deli eder insanı bu dünya” diye şiirleştirmiş; bakarsınız, bir başkası, “Folklor şiire düşman” diye ortaya atılarak her şiirselliği kendi dil serüveninde yaratmaya soyunmuş... Şiir üzerine söylediğimiz bu sözler aslında yazın dünyasının bütünü için geçerli, çünkü bu dünyanın neresine giderseniz gidin, hep dil çıkacaktır karşımıza.

Bir Ömür Yetmez
 
Bahtı teninden yanık bir serencamdı
Bir ömrün bana giydirdikleri
Kaçamadım şerrinden şamarından feleğin
Daha tüysüz bir çocukken dilim dağlandı
Yasaklarla korumaya alındı bütün düşlerim
 
Ardımsıra kurallar devriyeler gezerdi
Başım üç numara traş trahomlu gözlerim
Babamın ters-yüz ceketi gibiydi hayat
Acısı bol bir ağıt gibi dururdu bedenimde
Ya da sokaklarıma dar gelirdi.
 
Parçalanmış bir aynada büyüttüm kendi kendimi
Kurşun eritilirdi başımda okunmuş sular içerdim
Boynumdaki muskaya havaleydi bütün hâllerim
 
Hem takdir hem tekdirlik bir mektepliydim on beşimde
Yağmurlar ve şarkılar kardeş gibiydi
Şarapla tanıştığım rüzgâra bulaştığım bir takvimdi
Hepsi bir şiirin eskizleriydi belki
Sonraki yaralarıma sargı bezleri
 
Ten çıra olmamıştı yazgım henüz bakirdi
Giz yüzle tanıştı sonra boynunu sıktı muska
Bir tren yolculuğunda bozdum bekâretini
 
Sonrası âhir zaman kahır mevsimi
Yenildiğim yıllardı kapılar kilitliydi
Rüzgârsız kaldım dilim paslandı otuzumda
Tezgahlarda boylu boyunca ertelendim yarına
Gözlerinin düsturuyla kırdım gecenin çemberini
Kaç arkadaş daha silindi kütüğünden
Notalara söz oldular şiirlerle kutsandı isimleri
 
Kırk kere bozmuştum tövbemi kırkıma geldiğimde
Sığınacak bir dergâhım da yoktu üstelik
Biraz daha büyütmüştüm yaramı
Bende gözlerin kaldı o şarkının sözleri
Bu biraz da kendimi seninle tanımlamak gibidir
Orda saklıdır dünyanın bütün hazineleri
Kutlu bir mirastır elbet
Bir ömür yetmez anladım
Yazmak için bütün senleri… A. Hicri İzgören
 
Elma Dersem    
 
elma dersem
cam kırıklarında renksiz bir acı
gözlerime giren
batan gemilerde
oksijenin hasrete dönüşen yüzü
değeri bilinemeyen
 
gene mi sen
aklıma gelince
bulunamayan kâğıtlar
tüm kalemlerimde küfür
geceye "dur" diyen saatler
düşlerim kadar kötü
şarap kadar ağır giden
tutku delince zamanı
ellerin sarmaşıklara tutsak
gülümseyen dudaklarda
sokak oyuncuları
her gün kapıma gelen
gene mi sen
 
aynı parfüm kokusu
caddelere serilen yalnızlık
unutmak istedim
yanlış telefonları
bozulan suskunlumda
çıkar mısın “elma” dersem
 
tut bak ne diyor içimdeki
pencerene
açık mı hâlâ
ellerine kuşların şarklarını koymuştum
söylemedin
nisan’dan acımasız
yıldızlar düşer kapıma
basamam
acır( ım )
 
her konçertoda
at kuyruğuyla tellerin öpüşen sesine
bütün “mi” notalarından
kulağıma gelen
 
gene “mi” sen
anasonlu gecelere
kayarken türkü
bütün güneşler de sevda hırsızı
sen inanır mısın
hiç unut( a )madım dersem… Nida ÖZ
 
Kalan Günler Benimdir
 
Nice gruplar gördüm gökyüzünde
sarıdan kızıla çalan nazlı bulutlar...
güvendim dostluğuna köpüklerin
ardım sıra denizin yüzeyine iz bırakan
bir simitte buldum paylaşımı martılarla
ve bir fincan kahveyle yuttum acılarımı
yalnızlık koydum adını...                                                                               
Karanlık gölgeler kovaladı gün ışığını kimi zaman,
kimi zaman sıcak pırıltılarda dağıldı sisler
erguvan ağaçları şaraba boyarken kuytuyu
ruhum zirvelerde soludu dağ serinliğini
bir ceylanın ürkek bakışı değdi yüzüme
ve bir defne yaprağına süzüldü şiir
aşk koydum adını...
 
Uçuruma doğru akan günlerin ardında
nazlı adımlarla bana eşlik eden yel
nefesimle kaynaşırken burun kıvrımlarımda
anladı, fazla sürmeyeceğini bu yolculuğun
bir nazlı titreme duydum en derinlerde
solgun beyaz kağıda döktüm renklerimi
hüzün koydum adını...
 
Elimde defne yaprağıyla paylaştığım,
renklerince boyadığım şiirlerim
ve martılarım...
denizin köpüklerine inat beyazlıkta
hala nefesim kadar yakınlar bana
kalan günler benimdir artık!
yaşam koydum adını... Zerrin OKTAY
 
Çok Geç Gelsen De
 
gelmen güzeldi
geç olsa da
güneşlendi günüm
            sesinle
yüzün denizdeydi
gülüşün, gözlerin mavideydi
eylül gibi hüzünlerin 
yüreğimdeydi
büyümüştü bir şeyler
                acıtırcasına
bu bir sevda sesiydi
               duyamadığın
çok geç değil mi şimdi ?
sevdiğim çiçekleri getirmen
bıraktım her şeyi
sararmış mektuplarda
elimi tutsan da
anlatamam karanlıklarımı
karlı yollarda
şarkılar söyleyen
yağmur dolu bulutlardan
sevgiler yağdıran
ben o değilim ki artık
                eskisi gibi
gün vurmuş kıyılarda bile
                üşüyorum
inanmasan da... Sevim YAZAR
Servet SELVİ
 

Editör: TE Bilisim