Eğitim; insanları belirli bir bilim dalında, belirli bir konuda bilgi ve beceri kazandırma, yetiştirme ve geliştirme demektir. O zaman eğitimli insan da millî ve manevi değerlere sahip, bu becerileri maddi hayatına yansıtmış dinamik eleman anlamındadır. Bu bağlamda okur-yazar olmak, hitabet sahibi olmak, mantıklı davranmak, hoşgörülü olmak, iyiliği tavsiye edip kötülükten kaçınmak gibi insani davranışlar eğitimli insani değil, çevresine uyum sağlamış olgun insanı yansıtır. Çünkü eğitimli insanın hedefi; yeni kuşakların toplum yaşamında yerlerini almaları için gerekli bilgi ve becerileri kazanmaları ve bu becerileri toplumun kalkınması için yansıtabilmesidir.  
                                    
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Atatürk’ün Hakk’a yürümesinin ardından eğitim ve eğitimli insana yapılması gereken yatırım deyim yerindeyse durmuştur. İlimlerin hazinesi olmasına rağmen Kuran 1938-1950 arasında kalkınmanın baş düşmanı ilan edilip kılıflarına hapsedilmiş; okumak isteyenlere ağır cezalar reva görülmüş; son 70 yıldan beri ise eğitim Avrupa’nın emir ve görüşlerine teslim edilmiştir. Bir başka deyimle eğitimli insan modeli hep Batı’dan alınmış fakat buna rağmen istenilen millî model yetiştirilememiştir. Çünkü toplumumuza yansıtılan eğitimli insan modelinin yapısı Batı’nın ilme verdiği değer değil de onların yaşam tarzı olmuştur.

Yüce Allah (cc) Kuran’da “Ey cin ve insan toplulukları! Eğer göklerin ve yerin kenarından çıkıp gidebilirseniz haydi çıkın. Halbuki siz ancak büyük bir kuvvetle çıkabilirsiniz”  buyurmaktadır. (Rahman: 33)  İşin garibi bu hitaba göre ilk uzay çalışmasını Müslümanların yapması gerekirken bunu başaran önce Sovyet Rusya ardından da ABD olmuştur. Evet, Ruslar ve Amerikalılar Kuran’daki bu mucizeyi fark ederek işin peşine düşmüş, büyük kuvvete sahip olarak uzayın fethini başlatmışlardır. Çalışmışlar ve uzaya gidebilecek araçları yapmışlar. İşte eğitim bu, eğitilmiş insan da bu kulvarda hayatını ikame edendir. Biz ne yaptık? Yarım asır boyunca Rahmetli Reşat Otman’ın Fizik kitabını hiç değiştirmeden liselerde okutmadık mı? Yoksa Dünya Ekonomi Formunun kayıtlarında Türkiye’nin eğitim alanında son sıralarda olmadığını nasıl inkâr edebiliriz? 
                                                           
               
Gelelim benim teklifime! Bilim adamlarının yaptıkları araştırmaların sonucunda anlaşılmıştır ki bireylerin gelecekle ilgili hedefleri 10-12 yaşlarda netleşmektedir. Dikkat edilirse bizde bu hedef lise 3 veya 4. sınıfta, üstelik anne-babanın telkinleriyle gerçekleşir. Birinci hata budur yani anne ve babanın çocuğunu herhangi bir mesleğe yönlendirmesi. Kapasitesi olmasa dahi “Doktor olacaksın!” emrivakisi gibi. Meslek tercihinde duygusallığa yer verilemez! Üstelik bu tercih lise son sınıfa kadar sarkıyorsa tercih ne olursa olsun bunda başarı da beklenemez. Çünkü yolun sonuna gelinmiştir! Öğrenci idealindeki hedefi tutturamazsa belki hiç ilgisini çekmeyen son tercihi kabullenmek zorunda kalacaktır. Nitekim bugün binlerce üniversite mezununun iş bulmak için yurt dışına açılmaktadır. Yurtta iş bulamayanların yurt dışında iş bulmaları mümkün müdür?  
                                                        
İçerisinde sanattan astronomiye uzanan onlarca bölümü olan bir mekân düşünelim. İlkokul 5. sınıf öğrencilerini bir ay boyunca her gün bir ders olmak kaydıyla bu bölümlerde misafir edelim. Müdahale olmaksızın istedikleri bölümle ilgilensinler. Gözlemci sadece öğrencilerin davranışlarını not alsın. Görülecek ki, her öğrenci ilgi alanına giren bölümü tercih edecektir. Bunun yurt genelinde yapıldığını düşünelim. Alınan sonucu yukardan aşağıya doğru bir sıralamaya sokalım. Meselâ ilk tercih % 90 makine tasarımı üzerine çıkmış olsun. Millî Eğitim bunun için en ideal öğretimi sunarken devlet de yarın hayata atılacak olan bu mucitler için çalışma alanı hazırlasın. Öğrencilerin azami 15 yıl daha eğitim alacaklarına göre, gerekli çalışma alanı rahatlıkla yapılabilir. Böylece hem eğitimli insan hem de ülkeyi refahın zirvesine taşıyacak elemanlar yetişmiş olacaktır. Türkiye’nin Batı’yı taklit etmesine son verip, imanıyla barışması ve gerçekten kalkınması için bu şarttır!