Unutmuyorum; ortaokuldayken Türkçe öğretmenimiz “hayal” ve “gerçek” kavramları üzerine bir yazı yazmamızı istemişti bizden. Hayali önemsemekle, daima tutulabilir ağırlıkta ve de masum bulmakla birlikte gerçeğin tarafını tutmuştum. Doğrusunu söylemek gerekirse, “miş” gibi yapmıştım… İçimde bir türlü yol, imkan bulup da gün yüzüne çıkamamış küçük hayallerime tepki anlamındaydı. İçten içe ötelemiştim hayali. Tarafını tutmak, hayalperestlikle eş gibi gözükmüştü bana... Gerçek yanlısı olmak, gerçekçi olmaksa, bir an önce büyümeyi düşleyen bir çocuğun gözlerinde ağır duruyordu doğrusu. Büyüdüğünü, yaşadığı topluma dair düşünceler üreten bir birey olduğunu göstermek için de birebirdi. *** O zaman da farkındaydım: Naif ve acımasız olmak üzere, iki yüzü vardı gerçeğin. Bazen hayal ötesiydi, bazen de itiraz, isyan uyandırırdı duyarlı insanlarda. Somut ve elle tutulur yanıyla gerçeğin bir yeri vardı gözümde, evet. Rengi, tadı, ağırlığı ne olursa olsun, daima hayalden bir adım öndeydi. Çünkü yaşanandı, bizimdi… Sahip olunanın, yaşama dökülenin altını çizdiği için de ince bir farkı vardı. Onca aradan sonra aynı ödev verilmiş olsaydı bana, aynı kavramın tarafını tutar mıydım bilmiyorum? İnanarak ya da “miş” gibi yapıp tarafını tuttuğumuz ne varsa, değişiyor zamanla. Gerçeğe bakışımız da görüp gözlemlediğimiz güzellik ve zorluklara göre değişiyor. Yaşadıkça kim bilir, kaçıncı kez masaya yatırdığım oldu gerçeği. Sorguladığım… Yakın çevremde, ülkede ve dünyada akla hayale sığmayan çarpık, haksız gelişmeler yaşandıkça özellikle. Olanla ölene çare bulunmadığında. Birileri imkanlar içinde yüzerken, birilerinin de yokluklar, imkansızlıklar elini, kolunu bağladığında. Umutsuz bir hastalığın pençesinden sıyrılmak mümkün gözükmediğinde. Kırılana, dökülene, eksilene eski halini, kıvamını vermek söz konusu olmadığında. Elimizden kayıp giden değerli, önemli bir zamanı birkaç saniyelik de olsa geriye saramayacağımızı acı acı hissettiğimizde. O zamanlarda sevemedim ve sahiplenilesi bulmadım gerçeği. Bireyler olarak, toplum olarak içinde bulunduğumuz gerçeklerin, gerçeğimizin pek bir cazip tarafı yok. Kapitalizmin olumsuz etkileri var gerçeğin üzerinde. Öyle sinsi bir canavar ki; herkesin, hepimizin gerçeğini kendine uydurmak için elinden geleni yapıyor. Öncelik sıralamasındakileri gözümüzün içine baka baka değiştirmiş durumda. İnsanı yıpratan, bunalıma sürükleyen, yalnızlaştıran ne varsa, onları oturtmuş başköşeye. Sevgisizliği oturtmuş, güvensizliği, bencilliği, bana neciliği, çıkarcılığı, köşe dönmeciliği… Artık ayıklayabilirsen ayıkla pirincin taşını. Bireysel ya da toplumsal gerçeğimizi, eski kıvamına sok sokabilirsen. *** Denilebilir ki “gerçekler” üzerine kurulu hale geldi hayat. Eldekini, bize zorla sunulanı değiştirmek, düzeltmek üzerine… Yeryüzüne dair bütün mücadeleler o uğurda. İnsanların çoğunluğu, kendilerine acımasızca sunulana razı olup sıkıntılı, zorlu bir hayatı sürdürürken, bir kısmı da insanca yaşamak, eşitlikçi bir topluma kavuşmak için mücadele ediyor. Can değerinde nice bedeller ödeniyor bu konuda. Kısacası;  gerçeğin o naif, o can alıcı, o hayal ötesi yüzünü gölgede bırakmış günümüz şartları. Mutluluk ve güzellik adına ne yaşarsak, kendi gayretimiz, yürek ışığımız sayesinde yaşıyoruz… Her seferinde umuda buluyoruz bakışımızı, hayalin olanca masumluğuna…
Editör: TE Bilisim