Bir rehavet havası hakimdi dün akşam yine, sonbaharın o meşhur havalarından. Her zamanki saatlerde dönmüştük eve. Kız kardeşim ve ben… Elimizi, yüzümüzü yıkayıp dinlenmek için koltuğa kurulmuştuk ki, dışarıdan gelen bir yanık kokusu sardı burnumuzu. Balkondan, camlardan kokunun geldiği yeri araştırdık. Komşulardan birinin canı çekti de ızgara yapıyor diye düşünecek olduk. Alt katın penceresinden sızan bir duman, anında çürüttü bu fikrimizi. Bir şey yanıyordu mutfakta, ama neydi? Haber vermek için aşağı indik, fakat ıssızdı ev. Şimdi ne yapabiliriz anlamında gözlerimizi iri iri açtık. Komşuya telefonla ulaşmayı denedik sonra. Cep telefonu denen şey, başka zamanlarda ellerden düşmez. Ortalık yerlerde bile özel sohbetler kurulur onunla. Karşı tarafa göre de ayar verilir seslere. Etraftakilerin rahatsız olacağı hesaba katılmaz bile. Böyle zamanlarda nerde durur o telefonlar bilmem. Bir türlü ulaşamadık kimseye. Kapıdan, pencerelerden sızmakta olan duman, giderek daha da yoğunlaşıyordu. Demir pencere, demir kapı; birinin içeriye girip yanmakta olan şeyi söndürmesine imkan yoktu. Merdivenlerde biriken diğer komşularla bir an şaşkın, telaşlı kalakaldık. İtfaiye! İtfaiyeyi arayıp acilen gelmelerini istedim sonra. Onlar da gelinceye kadar, geri arayıp adresi kaç kere tekrar ettiriyor öyle!.. Her ayrı ses, yeniden istiyor adresi. Kızdım sonunda, adresi o kızgınlıkla tekrarladım. Olayı duyan mahalle sakinlerinin nerdeyse hepsi koştu geldi. Ana baba gününe dönüştü ortalık. Bu tür (somut )durumlar karşısında insanımız fazlasıyla duyarlıdır, bu kesin. Sessiz, içten içe yaşanan acılar, sıkıntılar karşısında ise, tepkileri farklıdır. Onları daha olağan karşılar, bu denli telaşla, panikle koşuşturmazlar. Oysaki o acılar da büyüktür; yürek paralayıcı, can çıkartıcıdır. Her kafadan bir ses, bir telaş yükseliyordu… Elektrikte unutulmuş bir ütü mü söz konusuydu? İçin için yanan fakat henüz alev almamış bir eşya mı? Her ne ise, en ufak bir kıvılcımla birlikte kocaman alevlere dönüşebilecek gibi duruyordu. Yangının aşağıdan başlayıp bizimkine ve diğer dairelere sıçrama ihtimali de yüksekti. Neyse ki itfaiye gelip her şeyi kontrol altına aldı. O anda anlaşıldı durum: O sıra evde kalan öğrenci, ocaktaki tencerenin altını kapatmayı unutarak çıkıp gitmişti. On dört, on beş yaşlarında kadardı. Dikkatsizliğine bakılırsa; sanki dersin, bebekliğini henüz üzerinden atamadan kendini okul yolunda bulan 66 aylık öğrenci!.. Korkulu anlar yaşatmıştı bize, fakat kendisi ortalarda yoktu. İnsan, yangın sırasında, evinden ne ya da neleri kurtarmak ister? İnsanı, nelere değer verdiğini, kişiliğini anlamak amaçlı olsa gerek, böyle sorarlar bazen. Bu gelişme yaşanıncaya kadar hiç düşünmemiştim yanıtını. Düşünsem bile; bir şeyi yaşama anlarında yaptıklarımızla olağan zamanlarda ürettiğimiz düşünceler tıpatıp aynı olmaz ki!.. Yangının, alttan başlayarak evimize sıçrama ihtimali yüksekti, evet. Sahip olduğumuz ne varsa, yanıp kül olması... Neyse ki erken fark edildi. Biz ve bizimle birlikte herkes aşağıdaydı o sıra. “Can”dan daha önemli, daha korunası gözükmüyordu oradan hiçbir şey...
Editör: TE Bilisim