Dünyanın her yerindeen zor bakanlıklardan biri eğitim bakanlığıdır; bizde de öyledir. Herkesin kolayca eleştirdiği, yaptığı, bozduğu milli eğitim bakanlığı, maalesef uygulamada çok zor yönetilebilen bir bakanlık olmayı sürdürüyor. Öncelikle bilimsel bir bakış açısının kılavuzluk yapması gerektiği milli eğitim bakanlığında, siyasal bakış açısı daha bir önde görünmektedir. Oysa eğitim sistemi gündelik siyasi tartışmaların konusu olmaması gerekir.

Cumhurbaşkanının da sürekli itiraf ettiği gibi, milli eğitimde istenilen başarıyı henüz yakalayamadık. Evet, milli eğitimde on dokuz yıldır birçok gelişme sağlandı; sınıfların kalabalıklığı normalleşti, okullar teknolojik imkânlarla donatıldı, vs. Bunların hepsi doğru. Ancak eğitim sistemi hâlâ “sınav odaklı” bir düzeni sürdürmeye çalışıyor. Zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılması ile 12 yıl zorla okuttuğumuz/okutamadığımız gençlerin ancak %10’u ile ilgilenen bir sistemin yürürlükte olduğunu hepimiz biliyoruz. Eğitim sisteminin genel amaçlarını masaya yatırmadan, sistemi “sınav odaklı” olmaktan kurtarmadan hangi profesörü ya da bürokratı bakan yaparsanız yapın bir şey değişmeyecektir. Milli eğitim sistemini değiştirirken hep görüntüye oynadık. Mesela TEOG’u kaldırırken bunun neden kaldırılması gerektiğine ilişkin hiçbir bilimsel veri üzerinde işlem yapılmadı. Eğitim sisteminde uygulamaya koyduğumuz birçok yenilikte bilimsellikten yararlandığımız söylenemez.

Milli eğitim bakanlarını değiştirerek sistemin başarısını artıramadığımızı anlamış olmamız gerekirdi. Görevi bırakan milli eğitim bakanının sisteme verdiği zararı şöyle açıklayabilirim: Toplumun zihninde şöyle bir algı vardı; “Milli eğitimin düzelmesi için mutlaka bir eğitimcinin milli eğitim bakanı olması gerekir”. Sayın Ziya Selçuk, toplumun kafasındaki bu ümidi yok etti. Toplum şöyle düşünmeye başlamıştır: Artık rüzgâr ne yandan eserse essin, eğitim sisteminin düzelmesi mümkün değildir! Sayın Selçuk ortaya koyduğu “2023 eğitim vizyonu” ile sistemi geliştirebileceğinin işaretlerini vermişti. Ama sonuçta aradan üç yıl geçti değişen bir şey olmadı. Biliyorum eğitim sistemini değiştirmek, demesi kadar kolay değildir. Ne var ki bu büyük sorumluluğa talip olurken bunun böyle olmadığının farkında olmak gerekmez miydi? Sayın bakanın “pandemi” gibi bir sorunla bakanlık yapmaya çalıştığını unutmamak gerektiğini de biliyorum.

Sayın bakanın yönetim tarzında sorunların olduğunu uygulamalardan anlayabiliyoruz. Mesela bir ilçeye atadığı bir milli eğitim müdürünü, o ilçeden gelen itirazlar üzerine bir hafta sonra geri alması, hangi yönetim teorisi ile açıklanabilir? Yönetim biliminin kalbi olan karar verme, etkili bir şekilde kullanılmazsa yönetimin sağlıklı yürümesi mümkün olmaz. Sayın bakanın başka bir uygulaması: Milli eğitim bakanlığı merkez teşkilatında “insan kaynakları genel müdürlüğü” biriminin adını “personel genel müdürlüğü” biçimine çevirirken, yönetimde bir geriye gidiş olduğunu söylemek gerekir. Üstelik merkez teşkilatında silinmiş olan “insan kaynakları” adı, taşra teşkilatlarında “insan kaynakları” olarak duruyor. Bu büyük çelişki, sayın bakanın yönetme tarzı ile ilgili ipuçlarını vermiyor mu?

Biliyorum sayın bakan yapmak istediklerini yapamadığını söyleyecektir. Mesela ne yapmak istedi de yapamadı?

Eğitim sisteminin gelişmesi için çok sıklıkla bakanların değişmemesi gerekir. Çünkü sıkça değişen bakanlar, sistemin enerjisini boşa harcamak gibi bir sorunla karşı karşıya kalmaktadırlar.

Sayın Ziya Selçuk sistemi yeniden kurgulamak için sadece yumuşak bir uslubun yeterli olacağına inanmıştı; olmadı…

Yeni bakana başarı dileklerimle