Neşet Ertaş Türk musiki kültürümüzün yetiştirmiş olduğu en büyük müzisyenlerdendir. Neşet Ertaş yetişmiş olduğu ortam itibariyle Dede Efendi, Itrî, Hacı Arif Bey gibi bestekârlardan daha etkili olmuş ve de halk nazarından daha fazla kabul görmüştür.

Neşet Ertaş, İslamiyet ile geniş bir beslenme alanı bulan ve Orta Asya’dan gelerek Anadolu’ya hayat veren Ahmet Yesevî erenlerinin bin yıllık macerasının öz suyudur.  Türk’ün tarihinde Dede Korkut, Yunus Emre, Hacı Bektaşi Veli, Fuzulî gibi erenlerin rolü ne ise Neşet Ertaş’ın da rolü o olmuştur.

Mimar Sinan’ın taşlara vermiş olduğu can ve ruh gibi, Neşet Ertaş da söze, saza ayrı bir ruh vermiş ve Türk’ün sanattaki yaratıcı gücünün en büyük temsilcisi olmuştur.

Neşet Ertaş halk kültürümüzün bir destanıdır. Destanın oluşması için halkın zihnini etkileyen derin bir olayın olması, sonra bu olayın halkın muhayyilesinde genişleyerek çok azîm bir hâle gelmesi, sonunda da bir ozanın çıkıp bu büyük muhayyileyi kaleme almasıyla ortaya çıkmaktadır.

Neşet Ertaş da Orta Asya’dan göç ederek Anadolu’ya gelen ve bin yıldır, feryat eden, türkü söyleyen, acılarını sese dönüştüren, hayatlarını İslami terbiye ile şekillendiren, Yesevî’den başlayarak, Hacı Bektaş ile şekillenen, Mevlâna’da başka bir tat bulan, Yunus’ta dirilen, Fuzûlî’de feryada dönüşen, Pir Sultan Abdal’da isyanlaşan kültürü toplayarak bir potada eritmiş, ona yeni bir renk, yeni bir tat, yeni bir feryat katarak başka bir sese başka bir destana dönüştürmüştür. Bu nedenle Neşet Ertaş’ta, Yunus Emre’den, Fuzûlî’den, Pir Sultan Abdal’dan ve diğer dervişlerden izler bulmak mümkündür.

Neşet Ertaş Anadolu’da izbe yerlerde yaşayan ve yokluk ve yoksulluk çeken insanların da temsilcisidir. Bu nedenle Dadaloğlu’nun, Babası Muharrem Ertaş’ın, akrabası Hacı Taşan’ın feryatlarını o da devam ettirmiş ve bu nedenle de Anadolu’nun feryadı olan bozlakları fazlaca seslendirmiştir. Neşet Ertaş bir röportajında bozlak ve türkü farkı için: “Bozlak garibin yakarışı, feryadıdır. Sesinin özgürce çıktığı tek yerdir. Onun için bize yapılan haksızlıkları, eziyetleri içimize atarız, bir dağ başında veya bahçemizde, tenha bir yerde yalnız kaldığımızda figan ederiz. Türküyü genelde herkes dinler ve anlar ama bozlak ayrı bir şeydir. Onu anlamak biraz dert ister. Türkü, söyleyeni yakar, dinleyeni ferahlatır. Ama bozlak bozuluyanı da dinleyeni de hepsini yakar” demiş, bir nevi kendisini acı çeken insanların temsilcisi yerine koymuştur.

Hatta Neşet Ertaş’a eşek üzerinde saz çalan babasının heykeli gösterilince babam hep bu eşeğin üstünde mi kalacak? Bu hayvan hep eziyet mi çekecek diye rahatsızlığını dile getirince, Muharrem Ertaş’ın heykeli eşek üzerinde olmayacak şekilde yeniden tasarlanmıştır. Ondaki bu hassasiyetin benzerini Anadolu erenlerinin birçoğunda görmek mümkündür.

Batılıların bir milleti yok etmek istiyorsanız önce türkülerinden başlayınız, sözü türkülerin önemini çok iyi anlatmaktadır. Neşet Ertaş türküleri yeniden can vererek adeta Türk insanına yeniden bir hayat yolu açmış, onun kimlik bulmasında, kimliğini korumasında mihenk taşlarından birisi olmuştur.

Yüz yıldır bu millete Batı müziği dayatanlar Neşet Ertaş seviyesinde bir sanatçı yetiştirememişlerdir. Neşet Ertaş türküleri ile sadece Anadolu insanı ile değil, Orta Asya’daki diğer Türk topluluklarıyla da çok kolay bağ kurmuş, onların gönlüne hemencecik girmeyi başarmış, kökleri Orta Asya‘nın derinliklerine dayanan bu milletin ortak bir sesi olmuştur.