Batının baş tacı ettiği, can simidi olarak sarıldığı bizlere de bulaştırdığı hümanizm, ahlâkî çözülmenin sebeplerinden biridir. Çünkü Batılı anlayışta hümanizm, insanı tanrılaştırmıştır. İnsanı her şeyin ölçüsü saymıştır. İsmail Fennî Ertuğrul “Lügatçe-i Felsefe’de hümanizmi “beşeriyete ibadet mezhebi” olarak tanımlıyor. Şemsettin Sami ise hümanizm için “insaniyete muhabbet” ifadesini kullanıyor. İnsanımıza dayatılan hümanizm konusunda da en güzel tespit ve teşhisi yine Cemil Meriç yapıyor: “İmanını kaybeden bir çağın dini hümanizm. Sözünü dinletmek isteyen her felsefe bu kaftana bürünmek zorunda. Marksizm'den egzistansiyalizme kadar Avrupa'nın tüm düşünce akımları hümanist. Kavramdan çok kılıf; kelime değil bukalemun” Aynı Cemil Meriç sözünü söyle devam ettiriyor: “Hümanizm, Avrupalı için kaybettiği dinlerin, yıktığı inançların yerini alan bir put. Hümanizm bir aydın hastalığı ama kimse bu izmin hudutlarını çizemiyor.”

Günümüzde gençliğe bir haller oldu. Değişimin ve dönüşümün kaçınılmaz olduğunu bilirdik de, mazinin değerlerini bu kadar süpüreceğini tahmin etmezdik. O eski sevecen, saygılı, müşfik ve kalender gençlik gitmiş, yerine hırçın, mağrur, ukala, tahammülsüz, gösteriş meraklısı bir nesil gelmiştir. Böyle bir değişimi arzu etmezdik ama her şey arzular üzere gerçekleşmiyor. Toprağa ne atarsan o bitiyor. Demek ki bizler toprağa çürük tohumlar attık ki böyle çelimsiz ve yabani fideler çıktı yüzeye… Bunda tohumdan çok, biz bahçıvanların sorumluluğu daha büyüktür. Tek taraflı düşünmek sağlıklı neticeler getirmez.

Bugünkü gençlik okumuyor, düşünmüyor, sadece hayal ediyor. Fakat hayallerin gerçekleşmesi için hiçbir şey yapmıyorlar; tabir caizse kılını kıpırdatmıyorlar. Gün geliyor hayal harmanları yanıp kül oluyor. Okumayan gençlik, meselelere vakıf olamıyor; hadiselere geniş perspektiflerden bakamıyor. Oysa gençler okumanın zevkine bir kez varabilseler her şey çok değişik olacak. Hayatı daha doğru anlamlandırmak için okumak, olmazsa olmazlardandır.

Türkiye’de yaşayanlar ilkokul birinci sınıftan üniversiteye kadar Türkçe dersi görmelerine rağmen yine de anadillerinin inceliklerine varamıyorlar. Koca delikanlılara üniversite sıralarında hâlâ Türkçenin gramerini öğretmek onur kırıcı değil mi? Bir İngiliz 16. asırda yaşayan Shakespeare’i sözlüğe bakmadan anlamasına rağmen bizim çocuklarımız elli sene evvel yazılan eserleri sözlüğe müracaat etmeden anlayamıyorlar. Bugünkü yoz gençlik birkaç yüz kelime arasında sıkışıp kalmıştır. Onun içindir ki kendilerini ifade edemiyor

Dedik ya gençlik okumuyor, seyrediyor, hayal kuruyor. Evlerde her şey var ama kütüphane yok. Anne baba okumayınca haliyle çocuklar da okumuyor. Evler sinema salonlarına dönmüş, herkesin takip ettiği bir dizi veya spor programı var. Her gece kanal kavgaları sürüp gidiyor. Hakikatlere ve tefekküre kafa yoran yok ki!...Böyle bir ortamda sağduyulu bir neslin yetişmesi zaten mucize olurdu. Dibi çamurlu derelerin suyu duru olmaz ki!...Böyle dereden böyle su akar. Ders kitabı dışında kitap okumayan gençliğin kendi hayat tecrübeleriyle yetinmesi, pek çok sıkıntıları da beraberinde getiriyor. Lise son sınıfa gelen öğrenci, mezun olacağı gün “Yahu gitmeden şu okulun kütüphanesini de bir göreyim” diyebiliyor. Kitap okumayan gençlik, insanların canına okumaktan geri kalmıyor.

Günümüzde hayal alıyor, hayal satıyor delikanlılarımız ve genç kızlarımız. Hayalin hükümranlığı da saman alevinden daha uzun ömürlü olmuyor. Tez vakitte hakikatler bir şamar gibi iniyor hayal tacirlerinin çirkin ve maskeli yüzlerine. Okumayan, kendini yenileyemez. Gençler yeterli kitap okumayınca da şer odaklarının tuzaklarına kolayca düşebiliyorlar. Basiret nazarları köreliyor genç dimağların… Solukları kesiliyor yarı yolda…

Gençliği olumsuz yönde etkileyen pek çok araç mevcuttur toplumda. Bunların başında da medya gelmektedir. Yazılı ve görsel basının insanlar üzerindeki tesirini ne inkâr edebiliriz, ne de görmezlikten gelebiliriz. Aslında medya, hayırlı işlerde kullanılsa nice güzelliğin ortaya konmasında vesile olur. Tehlikeli olan medya değil, onu kötü emelleri uğrunda kullanan tekelci medya patronlarıdır. Bu sadece Türkiye’ye mahsus bir durum da değildir.