Günümüzde kelimenin tam anlamıyla tam bir tüketim çılgınlığı yaşanıyor. Çok harcamak marifet sayılıyor. Televizyonlarda ve diğer yayın organlarındaki reklamlar tüketim çılgınlığını daha da körüklemektedir. Kâğıt paraların yerini plastik paraların(kartların) alması bunun göstergesidir. Bu da israfı, maddî ve manevî darboğazı beraberinde getirmektedir.

Günümüzde insanların önemli bir kısmı cennetin ve cehennemin içinde bulunduğu ahiret hayatını dikkate almadıkları için dünyada sun’i bir cennet yaratmanın beyhude uğraşı içerisindedirler. Fıtratlara ters düşen bu sakat anlayış, her türlü insanî kıymet hükümlerini metalaştırmaktadır. Her şeyin dünyada olup biteceği anlayışı insanları uçuruma sürüklüyor.

Günümüz toplumlarında hüsnü zan, yerini suizanna bıraktı. Artık kulaktan dolma bilgilerle birbirimizin muhbiri olmuşuz. Bir duyduğumuza bir daha katıp öylece aktarıyoruz. Zamanımızda “Kişinin her duyduğunu söylemesi ona yalan ve günah olarak yeter.” hadisi kulak ardı edildi. Yalanlarla ve kulaktan dolma bilgilerle başkalarını çekiştirmek moda oldu. Daha da ileri gidilerek basın ve sosyal medya marifetiyle haysiyet cellatlığına soyunuldu. Ahlâkî bir zafiyet olan gıybet,  daha da ileri gidilerek iftiraya kadar vardırıldı.

Günümüzde hak ve batıl birbirine karıştı(rıldı). Hiç kimse yaşadıklarını sorgulama ihtiyacı duymuyor. Dünyevîleşme(batılı tabirle sekülerleşme) insanları başıboş mahlûklar haline getirdi. İnsanî değerler dinî ve metafizik temellerden uzaklaştırıldı. “Kul insan” anlayışı bireye indirgendi. Kimse yapıp ettiklerinden dolayı vicdanî muhasebe yapmıyor. İnsanlar hatalarını görme alicenaplığı yerine, nefsini temize çıkarma yarışı içerisine girdi. Çirkinliklerin revaçta olduğu bu toplumda temiz kalmak hiç de kolay değildir. Fakat imtihanın zorluğu ve şiddeti ödülün büyüklüğünü de beraberinde getirmektedir.

Kültürel kimlik kaybı, kültürel yozlaşmanın sonucudur. Toplumları ayakta tutan ve onları diğer toplumlardan farklı kılan şey, sahip oldukları kıymet hükümleridir. O hükümleri en iyi yaşayanlar da bizim rol modellerimiz olmalıdır. Bu açıdan bakınca bir Müslüman olarak ahlâkî modelimiz Resul-i Ekrem Efendimiz olmalıdır. Başka modeller aramak havanda su dövmekten farksızdır. Zira Hz. Ayşe validemizin deyimiyle “Resulün ahlâkı Kur'an'dı”

Bu güzel ülke ne çektiyse Batı’nın ilmî birikiminden haberdar olmak için bu ülkelere gönderilen sözde aydınlardan çekti. Onlar ki Batı’nın değerlerine göre kurgulanmış paket hayatları alıp toplumumuza monte etmeye kalktılar. Bir zamanlar bu ülkede dine ve kutsallara karşı gizli bir savaş yürütüldü. Bu toplumun kutsallarıyla ve kadim değerleriyle kıyasıya savaştılar. Bize baskı ve asimilasyon politikalarıyla bize ait olmayan sunî bir hayat dayatıldı.

Milletimiz Batı’yı körü körüne taklit ettiği için millî ve manevî değerlerinden kopuş sürecine girdi. Tarihî süreç içerisinde millet olarak medeniyetle kültürü bir türlü ayırt edemedik. Büyük sosyolog Nureddin Topçu bu iki kavramın sınırlarını bakın nasıl çiziyor: “Medeniyet, insanlığın muayyen tarihi devirlerinde bir zümre cemiyetin benimsediği vasıtalarla çalışarak ortaya koyduğu ve yaşattığı teknik eserlerin ve yaşayış şekillerinin bütününe denir. Kültür ise, bir cemiyetin kendi tarihi içinde meydana getirdiği değer hükümlerinin bütünüdür.” Bu tanıma göre bize lazım olan Batı’nın teknik birikimiydi. Fakat biz medeniyete sırtımızı çevirerek Batı kültürüne kapılarımızı ardına kadar açtık. Oysa bizim Batı’nın yoz kültürüne ihtiyacımız yoktu. Fakat bu bir proje olarak bize dikte ettirildi.

Milletlerin yitiği ve ortak malı sayılan ilim ve medeniyet pekâlâ alınabilirdi. Öte yandan kültür, sadece kendini oluşturan milletin malı olduğu için millîdir. Bu yüzden de başka bir milletin kültürünü almak afettir. Hele de bu millet bozulmuş bir Hıristiyanlığın mensubu ise daha büyük bir afettir. Bizler bu afeti letafet sandığımız için bugün bu haldeyiz.